İnsanımızı sanal dünyanın hâkimiyetinden kurtaralım! Dini tebliğ görevini hakkını vererek yapalım
İnsan her geçen gün bunalıma sürükleniyor. Allah Teala ile insanın aklı ve kalbi arasına gittikçe büyüyen engeller konuyor. Yiyeceklerimizde tabiilik (organiklik) kalmadığı gibi, düşüncelerimizde de kutsala dayanan bir kısım bile kalmadı. Gıdalarımız gibi, düşünme melekemizin de genetiğiyle oynandı. Aklı gitgide yapaylaşan, kalbi gitgide sanallaşan zavallı modern insanın, gerçeklikle ve hakikatle bağı zayıfladı; sanal âlemle uğraşmaktan, metafizik âlemle ilgilenmeye ne vakti ne takati kaldı. Dijital dünyanın ürettiği sanallığın en büyük marifeti, gerçekliği unutturmaktır. Din ise, hakikatlerin özü olan ve en büyük hakikat olan Mutlak Yaratıcı fikri üzerine kurulduğu için, sanal dünyanın en büyük darbesi; din, yani Allah inancı üzerinde oldu. Yapay zekâ denen şey ile uğraşılıyor, hayatımıza sokmaya çalışılıyor. Fıtrattanyaradılıştan insanımızı uzaklaştırmak için her şey yapılıyor. Bu sayede insan; okumayan, düşünmeyen, hissetmeyen, bakıp görmeyen, duyup işitmeyen, duyarlılıkları kaybolup robotlaştırılıyor. Sonuç: Allah'a kul olmaktan uzaklaştırmak, nefsinin arzu ve isteklerinin emrine girerek şeytana kul olmak. Bir nevi onun kulu ve kölesi olacak. O ne derse onu yapacak. Dünyanın akışı maalesef o yöne doğru. Bu akışı, çocuklarımız üzerinden görebiliyoruz. O halde ne yapmalı Ne yapmalı ki, sanal dünyaya kendini kaptırıp hakikati tamamen yitirmesin insanlık Artık dijital dünyadan bağımsız yaşayamayacağımıza göre; o dünyada dinin güzel bir şekilde anlatılmasını yaygınlaştırmaya ihtiyaç var. Buna"sanal dünyayı dindarlaştırmak"diyebiliriz. Dijital çağda hayatın nabzı sanal dünyada attığına göre, o dünyayı iyileştirmek, o dünyada iyi içerikler üretmek, her iyi insanın birincil görevidir. İnsan, mutlu olmak için kutsal ile barışık olmalıdır.Zira kutsal ile barışık olan insan, daha huzurlu ve daha dengelidir. Çünkü insanın sorabileceği en büyük soru olan "Ben kimim Nereden geliyor, nereye gidiyorum" sorusunun cevabını öyle veya böyle "kutsal" ile irtibatlı bir şekilde cevaplayanlar, aklen ve kalben bir rahatlama ve tatmin hissedeceklerdir. Bu soruyu "tesadüf" ile açıklayan veya "sanki sormuyormuş gibi" yapıp bilinçaltlarında cevapsız bir muamma olarak bırakanlar, hayatları boyunca bu muammanın ağır yükünü çekmekte zorlanacaklardır. Sekülerliğin geçici cazibeleriyle efsunlanan insanın "Sonsuz" ve "Aşkın" olan ile bağı zayıfladıkça tatminsizliği artacaktır. Bunu da idealist gönüllü, "Allah Rızası'nı gaye edinmiş, temsil ve teslim özelliği taşıyan, dini hâliyle kaaliyle yaşayanyaşatan Müslümanlar yapabilir. İslam davet dinidir denir. Yani her mümin, İslam'la kazandığı güzellikleri yaymak ve insanları buna çağırmakla yükümlüdür. Davetle ilgili Kur'an-ı Kerim'de bile pek çok kavramınıstılahın bulunması meselenin önemine işaret eder. Davet, tebliğ, irşat, inzar, emir bi'l-ma'rûf nehiy ani'l-münker, tezkir gibi. Kişi kendisi için istediğini kardeşi için de istemedikçe gerçek mümin olamaz anlamındaki hadisi şerifi duymayanımız yoktur. İşte Allah'a, Kitaba, İslam'a davet edebilmesi de aslında insanın kendisi için istediği Allah'ın rızasını, cenneti ve cehennemden kurtulmayı başkası için de istediğinin bir göstergesidir. Bugün davet yaptığını sanan bazı insanların nefret ettirici tavırları ve kötü temsilleri de insanları davetten uzaklaştırıyor olabilir. Alaka, davet, adam kazanmak, hidayetlerine vesile olmak sadece "Allah için ve Allah'ın yoluna (VahyeKur'an-ı Kerim'e, sünneti seniyye'ye) yapılır. Aidiyetemensubiyete, kendi cemaatine, vakfına, derneğine, vs. değil. Zaten cemaate göre din olmaz. Kur'an-ı Kerim'e göre din olur. Siyasi görüşe, ideolojiye, kendi görüşüne göre din olmaz, Her kafaya göre, her düşünceye göre din olmaz. Her kafadan bir ses çıkar, din hayat tarzı olmaktan çıkar. Tartışılan, birbirinin yanlışını bulan, doğru ve hakikatten uzak felsefe tartışmaları hâline gelir. Dinimiz de "hikmet" vardır. Hizmet düşüncesinde olanlar; örnek olarakyaşamalıyaşatmalıdırlar.