İmtihanSınav Dünyasındayız
Yaşadığımız hayatta her gün bir olayla karşılaşıp görsellik hâkim olduğu için bizler, incelemeden araştırmadan söylenenlere bağımlı hâle geliyoruzgetiriliyoruz. İmtihansınav dünyasında olduğumuzu da unutuyoruzunutturuluyoruz. Peygamber Efendimizin doğum ayı Rebiülevvel ayında oluşumuz MevlidVeladet kandili arifesinde olduğumuz halde Siyer bilgimizi de gözden geçirmiyoruz. Okuma alışkanlığı olmadığının mazeretine sığınıyoruz. Dünyevileşme hastalığı, refahkonfor düşkünlüğü de toplumumuzu çürüten bir başka hastalık. Resulullah Efendimizin yaşadığı bir olayın ışığında tefekkür edelim, bir "nefs muhasebesi" yapalım. Mâzeretlere sığınmayalım.
Cabir b. Abdullah'a ait bir kervanın Medine'ye Cuma vakti girişi üzerine Allah Resulünü hutbe verirken on iki erkek birkaç kadın dışında Resulullah camide yalnız bırakılıp bütün cemaat kervana koştu. Peygamber Efendimiz, kendisini yalnız bırakan bu insanları şöyle uyarıyordu. "Sizin için bundan böyle yoksulluktan korkmuyorum. Sizin için asıl korkum, tıpkı sizden öncekiler gibi dünyaya kapanmanızdan, onların mal yarıştırdığı gibi sizin de mal yarıştırmanızdan korkuyorum." Allah Resulü bu olay üzerine "Eğer mescidde kimse kalmasaydı şu vadiyi ateş seli basardı. Müslümanların üzerine ateş yağardı" buyurmuşlardı.
Peygamber Efendimizi çok üzen bir başka olay Huneyn seferinin ardından yaşanmıştı. Hevazin ganimetleri pay ediliyordu. Akra b.Habis ve Uyeyne b.Hısn gibi henüz Müslüman olmadığı halde Müslümanların saflarında yer alan bedevi liderlerinin kalplerini İslam'a ısındırmak için ganimetten fazla fazla pay verilmişti. Bu duruma itiraz eden Ensar'ı, "Onlar mal ile dönerken siz Allah'ın Resulüyle dönüyorsunuz" diyerek teskin etmişti Peygamberimiz. Bu esnada çok daha yakışıksız olaylar oldu. Peygamber Efendimiz, ganimet dağıtırken etrafına toplanan bir kısım aç gözlü insanlar onun orasını burasını çekiştirmeye başlamış, hatta bu itiş-kakış sonucunda elbisesi yırtılırken pelerini de omuzundan düşmüştü. Bu güruh, Allah Resulünü öylesine zor durumda bırakmışlardı ki, o kendine has haliyle "Elbisemi bırakın! Elbisemi bırakın!" diyordu. Daha da çirkin olanı, bu sırada söz konusu güruhun içinden birinin paylaşımın âdil olmadığını ifade ederek zalim bir kavme adalet öğreten Resulullah'a "Adil ol ey Muhammed" diye çıkışmasıydı. Bu terbiyesizlik Allah Resulünü öylesine kızdırmıştı ki, çok kızdığı ender zamanlarda kabaran alın damarı yine kabarmıştı. Allah Resulü, kendisine yapılanları İsrailoğulları'nın Hz. Musa'yla yaptıklarıyla kıyaslayacaktı: "Allah ve Resulü âdil olmasın da kim âdil olsun Allah, Musa'ya rahmet etsin. Kendisine bundan fazla eziyet edildi, yine de sabretti."
Bugünkü dünyevileşme mantığıyla, kadim çağlardaki "ilkel" dünyevileşme mantığı arasında şaşılacak kadar benzerlik buluyoruz. Çünkü insanın tabiatı, zaafları, zamanın değişmesiyle değişmiyor. İnsanın hakikat karşısında aldığı tavırlar, genellikle aynı. Bizim "dünyevileşmiş tip" dediğimiz bu insanın bütün zamanlar ve mekanlarda bir tek dini vardır: Madde, para, ekonomi, şan, şöhret, makam ve mevki. Dünyevileşmiş çağdaş insan tipinin dini ekonomi, imanı para. Bir de buna belki magazin, futbol, bilgisayar-internet teknolojisi ilave edilebilir. Dünyevileşmiş tip, dindarsa dinini, ideolojisi varsa ideolojisini, davası varsa davasını her fırsatta paraya tahvil etmenin yollarını arar. Karun'laşmış bu tip, Müslüman olduğu zaman, "Allah rızası, hizmet, tebliğ, davet, ihlas, cihad, bereket, tekbir" gibi dinin kavramlarını kullanarak sömürür. Hepsinin de mantığı, ortak özelliği tek. Hepsi de tüketimi körükler, rantçıdır, menfaatlerini dinlerinden, imanlarından, ideolojilerinden önde tutarlar. Hepsi de menfaatleri neyi gerektiriyorsa o zaman her şey olurlar. Hepsi de iktidar ve güç odaklarının etrafında pervanedirler. Sabit çivileri olmadığı için daire de çizemezler. Her yerde oldukları için hiçbir yerde değiller.