İmanımızı konjonktürel imandan kurtaralım!

İmanımızı konjonktürel imandan kurtaralım!

YAŞAR DEĞİRMENCİ

Türkiye fiili bir işgal yaşamadı ama zihnen işgal edildi. Edildiğinin de farkında değil. Bir toplumun başına gelen en büyük felaketin, başına ne geldiğini bilmemesidir. Kültürel genlerle oynandığı için de her şeyden daha önemli olan iman meselesinde de sıkıntılar, problemler, bunalımlar yaşıyoruz. İmanımız; cehalet dönemindeki Ebu Cehillerin imanına benzer hâle geliyor. O dönemin ele başlı kâfirleri ve liderleri dahil hepsi kâinatın bir yaratıcısı olduğuna inanıyorlardı. Yaratıcının varlığına inananlar yaratıcı tek kuvvet kudret olan Allah'ın koyduğu kanunların emir ve yasaklarının (hayat nizamının) hayata girmesini istemiyor, Peygamberimize ortaklık (belli gün ve zamanlarda herkes istediği tanrısına ibadet etsin) inancına davet ediyorlardı. Bizlerden istenen din anlayışı; hayata müdahale etmeyen, hayata sokulmayan, camilerde konuşulan, anlatılan ama sınırlandırılmış bir din anlayışıydı.

Dinin yerine konulan, kutsal hâle getirilen, gün ve kurallar şirktir. Şirke götüren araçlardır. Allah'a kulluğun yerini alan putlara, putlaştırılanlara, yaratılmışlara (kulluktan çıkarılıp Allah yerine konan her yapı bireysel veya kurumsal) aşırı sevgi ve saygı da şirke putperestliğe götürür. Rejimin, idarenin koyduğu kurallar, kanunlar, emirler, yasaklar vahye (ayetlere Kur'an-ı Kerim'e) ve Sünnete, hadislere uyuyorsa itaat edilir, uygulanır. Uymuyorsa; "Allah'a isyanda kula itaat edilmez!" hükmü unutulamaz. Bizi yaratan, yaşatan, isyanlarımıza rağmen rızkımızı kesmeyen, bizlere nimetler bahşeden Celâl-Cemal-Kemal sıfatlarının sahibi olan Allah'a kulluk vazifelerimizi yapmaya devam ederiz. İsyan etmeyiz ama itaat da etmeyiz.

İlk insan Hz. Âdem'den itibaren, hayatın temel taşlarından biri sayılan din, tarih içerisinde farklı şekillerde algılanmış ve hayata geçirilmiştir. Bu farklı algılayışlar neticesinde ortaya çıkan inançlardan bir tanesi de putperestliktir. Putperestlik, tarihin her döneminde kendine taraftar bulmuştur. Resulüllah Efendimizin Mekke-i Mükerreme'de başlayıp Medine-i Münevvere'de devam etmiş bulunan yirmi üç yıllık peygamberlik hayatının yirmi yılını, mensubu bulunduğu Kureyş kabilesiyle mücadele ederek geçirmek mecburiyetinde kalmıştır. Bu dâvanın temel eksenini, Cahiliye Çağı düzeni ve zihniyetinin yıkılması ve dönüştürülmesi mücadelesi teşkil ediyordu. Hz. Peygamber zamanından önce, Mekke'de putperestliğin başlamasıyla müşrikler Kâbe ve çevresine çok sayıda put dikerek burayı puthaneye çevirmişlerdi. Peygamber Efendimiz;

Mescid-i Harama Kâbe avlusuna huşû ve hudu içinde girmiş; ilk yaptığı şey, Beytullâh'ı çeviren putların ve şirk alâmetlerinin oradan kaldırılması olmuştur. Bu temizliklerden sonra Resulüllah Kâbe'nin kapısını kapattırıp içeride iki rekat namaz kılıp Rabbine dua ve niyazlarda bulunarak şükranlarını sunup göz yaşlarını dökmüştür. Sonra da, Mekke'nin idaresi, hac ve umre ile ilgili Cahiliye Çağı'nın bütün alışkanlıklarını ve görevlerini (hacılara su temini) hâriç olmak üzere ilga edip Kâbe'nin damında Bilâl'in okuduğu ezan ile Beytullâh'ın yeniden tevhid dininin mabedi haline gelmesini sağlamış oldu.

Mekke'nin fethiyle başlayan ve Tevbe suresinin nâzil olmasıyla devam eden bütün bu gelişmeler, tevhid merkezi ve sembolü olan, hac ve umre ibadetlerinin mukaddes mekânı ve Müslümanların kıblesi Kâbe-i Muazzama ve Mescid-i Harâm'ı putlardan ve putperestlerden temizlemiş ve aslî hüviyetine yeniden kavuşturarak Allah'ın Evi'ne uygun hâline getirmiştir. Bir yıl sonra Resulullah, yüz binden fazla ashabıyla tarihe Veda Haccı olarak geçecek hac farizasını büyük ceddi Hz. İbrahim'in zamanındaki gibi eda etme imkânına kavuşmuş, 23 yıllık tevhid mücadelesinin ve muvaffak peygamberlik hayatının semeresini görüp Rabbine şükürler etmiştir. Bu çok kısa siyer bilgisinden sonra günümüze bakalım.

Türkiye Tanzimat'tan beri devlet politikasına dönüşen her şeyin mübah görüldüğü değişim sürecinde 'din eğilim ve anlayışları' modern zamanların gelip dayandığı seküler anlayışın şekillendirdiği yapı yerleşti. Değiştirilemez, dokunulamaz hâle getirilen laiklik de kutsallaştırıldı. Adı konulmasa bile Paganizm dinin yerini aldı. Doğru-yanlış, tutarlı-tutarsız, makul-saçma, demeden modernleştiği (çağdaşlaştığı) ilahi olan her şeyi hayatından çıkardığı sekülerleştiği (dünyevileştiği) pozitivist bilim anlayışının hakikatin tek biçimi kabul edip 'ulu önder'li ebedî şef, millî şef'li yapı kurumsallaştı. Alıştırıla alıştırıla "dindarmuhafazakâr bilinme görüntüsü' de ses çıkarmayıp tavır koymayarak, tepkisizliğe bürünerek bu "Tevhid Dini olan İslâm" dan uzaklaştıklarının bile farkında olmadılar.

Kur'an'ın ve Peygamberimizin o günkü düşmanları Allah'a iman ediyorlardı. Hiçbir şüpheye düşmeden "gökleri ve yeri yaratan, güneşi ve ayı kontrol edenin, yağmuru yağdıranın, bitkileri yetiştirenin, dünya ve içindekilerinin yegâne sahibinin, bütün mahlûkatı yönetip kontrol edenin, en zor durumda kendisine sığınılacak yegâne makamın Allah olduğunu (ayet mealleri) biliyor ve buna iman ediyorlardı. Putlaştırmanın ayyuka çıktığı, Kemalizmin ve laisizmin 'olmazsa olmaz' konuma getirildiği, heykel açılışlarının etrafında toplanıldığı bir dönemdeyiz. Cehalet döneminin liderleri; Ebu Cehil'lerin, Ebu Leheb'lerin, Velid b. Mugire'lerin imanı ile bu zihniyeti taşıyanların, hayata müdahale ettirilmeyen bir din anlayışının; farkı yok. Allah'a iman var, hayata sokulmayan bir anlayışın imanı!