"Geleceği Özgürleştirmek"

"Geleceği Özgürleştirmek"

YAŞAR DEĞİRMENCİ

Değerli Atasoy Müftüoğlu Hocamız günlük yazılarına ara verince "unutan unutulur!" fehvasınca "Geleceği Özgürleştirmek"başlığını taşıyan konuşmasından bir bölümü siz değerli okuyucularımla baş başa bırakıyorum.

"Bizler daha çok geçmişi biriktiren, geçmişle beraber geçmişin sorunlarını biriktiren bir kültürün çocuklarıyız. Yani sürekli olarak ilgimiz geçmişe yönelik bir ilgi olarak sürüyor dolayısıyla bugün ne yapılması gerektiğini, nasıl yapılması gerektiğini, bugün de nasıl konuşulması gerektiğini konuşmuyoruz. 'Bizi emperyalistler engelliyor sanıyoruz'.

Geçmişten yararlanmakla geçmişe kapanmak birbirinden çok farklı şeyler. Bugün toplumlarımız büyük ölçüde geçmiş tarafından engelleniyor. Biz sanıyoruz ki bizi emperyalistler engelliyor. Evet, emperyalistler engellenmeye müsait bir yapı bulduklarında bu fırsatı bir şekilde değerlendiriyorlar. Eğer engellenmeye müsait bir bünye olmasaydı ne yapacaklardı Kuşkusuz geri çekileceklerdi.

Bizim İslami düşünce hayatının, kültür hayatının, entelektüel hayatının, ilahiyat hayatının acilen, hiç gecikmeden kapsamlı ve kuşatıcı, çok derinlikli bir çözümleme yapması gerekiyor ve biz bunu maalesef hep erteliyoruz. Çünkü bu manada bir çözümleme yapacak kadrolara sahip bulunmuyoruz. İşin çok vahim olan yanı bu. Bir yerden başlamak gerekiyor ve bu başlangıcı da daha çok bir topluluk kendi zaaflarıyla yüzleşerek yapmalı. Çünkü karşı karşıya bulunduğumuz sorunların dışarıdan kaynaklanıyor olduğunu söylemek çok ucuz bir kolaycılıktır, gerçeğe yabancılaştırır. Biz bugün gerçeğe büyük ölçüde yabancılaşmış bir topluluğuz ve onu nasıl kavrayacağımızı bilmiyoruz. Bütün bunlar bize dışarıdan dayatılıyor gibi bir klişe. Dolayısıyla bütün bunlar dışarıdan dayatılıyorsa yapacak bir şeyimiz yoktur. Ne yapmak gerekiyor

Önce bir yüzleşmeye hazır olmak, çok acımasız bir yüzleşmeye hazır olmak gerekiyor. Bizim bugün bizi kuşatan sorunların bizim zaaflarımızdan kaynaklandığını bilen bir idrake ve dikkate ihtiyacımız var. Biz bu idrak ve dikkatten şu anda yoksunuz.

Biz kendi inançlarımızı, kendi dilimizi, tarzımızı gerçek kılamadığımız için bize bir şey dayatılıyor. Vesayet altına alınan toplumlar; ne konuşacaklarını, nasıl konuşacaklarını, nerede konuşacaklarını bilmezler: Nereye doğru yol aldıklarını, neyi ne zaman, nasıl tartışacaklarını bilmezler. Bu tür toplumlar sürekli olarak eskilerin diliyle kılükal üzere olurlar -dedikodu, kılükal-. Bütün bir toplum; bu temel ve yapısal meseleleri konuşmadığımız için kılükal üzereyiz.

Rüşt sahibi olmayan toplumlar vesayet altına alınırlar. Peki, bu nasıl oldu, nasıl mümkün oldu Bunun bir tarihsel hikâyesi var. Hangi toplumda olursanız olun bu tarihsel hikâyeyi, bu serüveni çözümlemek için, ilgili toplumların tarih felsefesi yapan kadrolara ihtiyacı var. Bizde tarih felsefesi yapan kadrolar yok, kadrolar değil bir kişi bile yok. Biz sanıyoruz ki İslam'ı aşağılayan irade hep emperyalistlerin iradesi. Hayır, kendimiz bilerek, isteyerek İslami onuru ve haysiyeti aşağılıyoruz. Kendimiz bizatihi kendi irademizi yok ediyoruz. Bütün bir zihinsel faaliyeti durduruyoruz, donduruyoruz. Taklidin ve itaatin kurumsallaşmasıyla birlikte entelektüel mücadeleye son vermek. Bu, tarihte benzeri görülmüş bir şey değil. Bir halk, bir kültür, bir toplum ancak bu ölçüde kendisine yönelik bir kötülük yapabilir. Bu büyük bir kötülüğün adıdır.

İslam dünyası toplumlarının felaketi içe ve geçmişe kapandıkları gün başlıyor. İçe ve geçmişe kapandıkları gün başladı. İçe kapandılar, dışarıda ne olup bittiğini takip etme ihtiyacı duymadılar. Geçmişe kapandılar, bugün ne yapılması gerektiğine ilişkin çözümlemeler yapmadılar. Geçmişi tüketmeye başladılar, geçmişi tekrar etmeye başladılar.