Ehl-i sünnet ve cemaat, Peygamberimizin ve ashabının İslam anlayış ve uygulamalarının temel ilkelerini benimseyen ve ümmet birliğini bozmayan, ümmetten ayrılan fırkalara katılmayan "ümmetin ana gövdesini ve İslam anlayışını" temsil etmektedir. Böyle olduğu halde kendi düşüncelerini, görüşünü, yetiştiği çevrenin uygulamalarını dini ölçülerin yerine koyan davranışın "ehli sünnet" anlayışıyla ilgisi yoktur. Anlayış ve idrak sapması vardır. İlmilikten, kitabilikten uzaklaşmanın veya şifahi kültürle yetinmenin getirdiği sapkınlıktır. Allah ve Resulünün ölçüleriyle hareket etmeme, sapkınlıktan sapıklığa götürür.
Ehl-i sünnet'in iman, ibadet, ahlak ve hayat tarzını benimsemiş olup yaşayan Müslümanlar bu yapıyı ıslaha yönelmelidir. Hem itikad hem de amel ve ahlak bakımından ıslaha muhtaç çok önemli arızalar vardır. Vehhâbîlik, Şiilik gibi mezhepler dinin ve insanın tabiatına uygun düşmediği için bilhassa ülkemizde tutunma ve galip mezhep haline gelmeleriyle mücadele etmesi gereken cemaatlerdeki yanlışta ısrar da düzeltilmelidir. Bu zümre yalnızca kendilerini Ehl-i sünnet bilmiş, diğerlerini ise dışarıda değerlendirmişlerdir. Laikliğin 'dokunulamayan, değiştirilemeyen kutsal' hale getirilmesinin sebep olduğu sekülerleşme de insan hayatından dini uzaklaştırmış, hayat tarzına sokulmamıştır. Bu manevi hayatı tehlikeye sokan yapıya karşı mektep, medrese, tarikat, cemaat ayırmadan hep birlikte ve detaylarda kaybolmadan mücadele etmemiz gerekirken kendisinin dışındakilerle bir araya gelemiyorlar. Cemaatlerin başındakiler bayramlarda bile buluşamıyorlar. Ehl-i sünnetin çerçevesini ümmetin alimlerinin şûrasında çizmek (güncelleştirmek) gerekiyor. Cemaatler, önümüzü açacak büyük, öncü insanlar yetiştirme, toplumu İslâm'la yoğurmakla mükellefler. Fikirde ihtilaf olur ama tefrikaya sebebiyet verilmez. Ehli Sünnet hassasiyeti taşıdığını söyleyenler fitne fesada bulaşmamaya dikkat etmelidir. Fitne fesat çıkarmak isteyen malum şer şirret güçlere fırsat verilmedenistişare ile bir ilim irfan meclisi oluşturulmalı millet-ümmet-insanlık ihmal edilmemelidir. Hem ülkemizin bütünlüğü ve kardeşliğinin korunmasında hem de şer güçlerin İslâm dünyasına saldıkları hâricî tekfirci akımların İslâm dünyasını felçleştirmelerinin önüne geçilmesinde kilit rol oynayan Ehli Sünnet Omurga'nın en güçlü kaleleri Türkiye'nin Müslümanlarıdır. Hiçbir zümrenin bu omurgayı sarsmaya hakkı yoktur. Müslümanların kulluk görevlerini en mükemmel, yani emredilen şekilde yapmaları hem en önemli vazifeleri hem de en tabiî haklarıdır. Müslümanlar bu hak ve görevlerini Hz. Peygamber'i izlemekle kullanabilirler. Bu hususta yazımı yazarken Prof. Dr. İsmail Lütfi Çakan hocamızın "İslâmî Yapılanmada Sîret ve Sünnet ile Müslüman Kimliği" kitaplarından çok istifade ettim. Diğer kitaplarıyla beraber bu kitaplar mutlaka okunmalı, amel edilmelidir.
Hz. Peygamber'i izleme zorunluluğu ümmet olmanın ilk ve temel gereğidir. Çünkü hiçbir ümmet veya kişi, kendiliğinden din ortaya koyamadığı gibi, ibadet görevi ve şekli de tespit ve tayin edemez. İslâm ümmetinin dini ve dünyayı değerlendirmede tek ve gerçek önderi Peygamberidir. Özellikle dinin yorum ve yaşanmasında Hz. Peygamber'in izinden uzaklaştırıcı hiçbir görüş, teklif ve tasarı ciddiye alınamaz. Ümmet için, olsa olsa, Hz. Peygamber'in çeşitli uygulama biçimlerinden -şâyet varsa- birini tercih imkânı olabilir.
Ümmet, günlük hayatta su içişinden devletlerarası ilişkilere kadar, her sahada Peygamber'in hayatından örnekler ve izler aramakla en geçerli ve en gerekli yolu tutmuş ve ümmet olmanın bu yöndeki yükümlülüğünü yerine getirmiş olacaktır. Aksi halde kendisine gösterilen bâtıl yollar giderek artacak; ümmet, özelliklerini ve manevi kişiliğiyle birlikte maddi imkân, iktidar ve itibarını da kaybetme tehlikesiyle baş başa kalacaktır. Ümmet olmanın gereklerini bizzat PeygamberEfendimizinkendisi ashâb ve ümmetine öğretmiştir. Ashâb-ı Kirâm'ın hareketlerini sıkı bir kontrol altında bulundurmuş, kendisine mahsus mükellefiyetler hariç, hiçbir gerekçe ile kendi yaşayış çizgisi dışına taşmalarına göz yummamıştır. "Rabbine andolsun ki aralarında çekiştikleri meselelerde seni hakem tayin edip sonra senin verdiğin hükmü sıkıntı duymaksızın içlerine sindirmedikçe inanmış olmazlar."