Dijital işgalden kurtulalım!
YAŞAR DEĞİRMENCİ
Metroda sürekli cep telefonunu kurcalayan gençler görüyorum, habire mesaj yazıyor ya da oyun oynuyorlar. Kulaklarında kulaklıklar, telefonlarında ya da başka cihazlarda kayıtlı müzikleri dinliyorlar. Onlar da bilgisayar ekranlarına gömülü yaşayan diğerleri gibi çevrelerinden kopuk, olan bitene ilgisiz, sağır, dilsiz, dışarıda yaşıyorlar. Yeni teknolojilerin ellerine tutuşturduğu ya da henüz ulaşamadıkları yeni tekno-oyuncaklar gündemlerinde büyük yer tutuyor.
İnsanoğlunun asırlar boyunca sürdürdüğü sosyal ilişkilere kendi hayatlarında pek bir rol biçmiyorlar. Tabiatla, diğer canlılarla, iklimlerle, gökyüzüyle, yıldızlarla ilgilenmiyorlar. Dünyaya, hayata, insana dijital bir çerçeveden bakıyorlar.
Sosyal çevreleriyle sürdürdükleri zoraki ilişkileri en aza indirgemek için her şeyi yapıyorlar. Anne babalarına sadece katlanıyorlar. Kendilerine ait bir tekno-dilleri var. Kısaltmalar ve işaretlerle anlaşıyorlar daha çok. İlkelliğe bir tür geri dönüş, ne kadar ironik! Bunları yazarken bir parça haksızlık ettiğimi biliyorum. Ancak endişeleniyorum onlar için.
Çılgınca bir merakla dünyaya, hayata, insana bakılması gereken bir dönemi sanal olana hapsederek geçirmenin bir ruhsal maliyeti olacak çünkü. Teknolojinin kucaklarına attığı oyuncaklardan sıkıldıklarında yerine neyi koyacaklar Her şeyi tuşlarla, sembollerle, ekranlarla, baytlarla tanımlamaya alışkın bir mantık, hayatın gerçek yüzünü nasıl kabullenecek Semboller asıllarına nasıl geri dönecek Duygular yeniden nasıl inşa edilecek
Teknolojinin bir dili var. Bunu biliyorum. Ama bildiğim bir şey daha var: Bu, hayatın dili değil! Materyalizmin işgalinden kurtulamadan internet teknolojisinin esareti başladı. Dijital işgalin esaretinin altında "özgürlük" çığırtkanlıklarıyla…
Materyalizm çağın ruhunu kemirdi. İnsan ruhunu, eti yenmiş, sadece kılçıkları kalmış bir balık iskeleti gibi çırçıplak, kupkuru hale getirdi. İnsanoğlunun uzanabildiği son alem, beş duygusunun ve onları bir parça büyütüp güçlendiren aletlerin dünyasından ibaret hale geldi. Fiziği kaybedercesine manevi alemlere dalış, bu sebeple sınırları ve ölçüleri yitiriş çağlarına tepki olarak doğan çağımızın materyalizmi, bu kez, insanı öbür uca götürüp, kaskatı, dar, zalim, küçük bir dünyanın kahredici havasına mahkûm etti.
Oysa, insan, bu dünyada çift kanatla uçması gereken bir kuş gibi, kâh yere doğru alçalma, kâh bir su kenarına konma, kâh gökyüzüne doğru süzülme suretiyle yaşantısını sağlıklı ve anlamlı kılabilir. Materyalizmin sonsuz gibi görünen, kıyamete kadar sürecekmiş izlenimini veren gücü aldatıcıdır. Aslında, geçmişte maddenin ve tabiatın, günün hakkının verilmemesine şiddetli bir reaksiyon olarak doğmuş olmaktan başka bir açıklamaya sahip olamaz. İnsan, materyalizmden yüzyılımızda ne kazandı İmardan çok haraplık.
İki Dünya Savaşı, dünyayı bu materyalizm uğruna, tarihin kaydetmediği acılarla kıvrandırdı. Bu materyalizm yüzünden, denizler, karalar, tabiat can çekişiyor. Tabiatın ahı, yükseklere erip adeta gökyüzünü deldi. İnsanlar, hiçbir çağda olmayacak şekilde, bir idealin bile gerçekleşmesini, bütünüyle maddeye, paraya bağlıyorlar. Bunu da son derece doğal gibi görüyorlar. Oysa, araç olma değeri inkâr edilmemekle beraber, maddeyi amacın üzerine çıkarma gayretkeşliğine, insanoğlunun ruh selameti bakımından ve insanlığın geleceği itibariyle, sağlıklı bir davranış demek mümkün değildir.