Çağımızın yalnızlık hastalığından kurtulalım!
YAŞAR DEĞİRMENCİ
İçinde yaşadığımız çağı, kendimizi, kendi dünyamızı, medeniyet dinamiklerimizi tanımıyoruz. O yüzden yaşadığımız sorunları anlamakta ve aşmakta çok zorlanıyoruz.
İçinde yaşadığımız çağı tanıyabilmenin yolu, kendimizi iyi tanımamızdan ve kendimiz olarak tarihe müdahalede bulunabilecek bir özgüvene, dolayısıyla çağı dönüştürebilecek ölçüde esaslı bir entelektüel birikime sahip olmaktan geçer.Mukaddesi verilmeyen toplumlar; sun'î mukaddesleri benimserler, başka toplumların kültürlerinin işgaline girerler. Kendi aydınını/münevverini yetiştiremeyen millet olmaktan kurtulalım artık.
İslâm'dan arındırma yapılınca, İslâmî kimliğimiz buharlaştırılınca kaybettirilince "İslâm Kardeşliği"nin kuşatıcılığının, samimiyetinin, şefkatin merhamet ve rahmetin yerini vahşet, canilik ve katliam yapan batasıca Batı aldı.
Bir toplumun başına gelecek en büyük felaket; başına geleni bilememesidir. Kendi dünyamızda, kültürümüzde, medeniyet dünyamızda yaşamıyoruz. Milli birliğimiz, tarihi-kültürel beraberliğimizin mahsulüdür. Çatlayan topraklar gibi bu dünya İslam'a susamış. Bütün doğrular İslam'ın özünden gelir. İslam'ın özünü yanlış bilen, tarihi-sosyolojik-sosyal doğruları da öğrenemez, kendini de öğrenemez, hayatı da öğrenemez. Hayatın içinde kullandığımız çoğu cümlelerde "Rabbimizi, Allah'ı, Cenabı Hakk'ı, Allah Teâla'yı" kullanmıyoruz. Meselâ "Allaha ısmarladık yerine Bay Bay, Fîemanillah (Allah'a emanet ol!) yerine Kendine iyi bak, İnşallah'sız konuşmalarımız" millî ve manevi değerlerimizden kopuk bir hayat, bizi kendimizden özümüzden uzaklaştırıyor.
Komşuluk ve akrabalık bağları kopmuş vaziyette. Hayatın telaşı içinde en çok ihmal ettiğimiz hususların başında aile bağları geliyor. İş, okul, şehir hayatının yoğunluğu, teknolojinin sunduğu sanal meşguliyetler. Her biri bizi sevdiklerimizden uzaklaştırıyor. Oysa insanın dünyadaki en doğal bağı, doğduğu aile ve geniş akraba çevresidir. Bu bağın canlı tutulması, sadece kültürel bir gelenek olmayıp, aynı zamanda dinî, ahlaki ve psikolojik bir sorumluluktur. Bu sorumluluk; "sıla-i rahim" kavramını bilmemizi gerektiriyor.
Sıla-i rahim, kısaca akrabaları ziyaret etmek, onlarla ilgilenmek, bağları koparmamak ve imkânlar nispetinde yardımlaşmak demektir. İslam kültüründe bu kavram öylesine önemlidir ki, Kur'an-ı Kerim'de Allah'a itaat ile birlikte zikredilmiştir: "Allah'a sığının, emirlerine yapışın, günahlardan arınıp, azaptan korunun, akrabalık bağlarını, akrabalık haklarını koruyun.Unutmayın ki, devamlı Allah'ın denetimi altındasınız." (4 Nisa 1)
Akrabalık bağının (sıla-i rahim) hakkını vermemekten sakınmanın, Allah'ın emirlerine aykırı davranmaktan sakınma ile beraber zikredilmesi, İslâm'da akrabalık ilişkisine ne kadar önem verildiğine güçlü ve açık bir işaret teşkil etmektedir.
Peygamber Efendimiz de sıla-i rahimin değerini sık sık vurgulamıştır: "Sıla-i rahim yapanın ömrü bereketlenir, rızkı artırılır."
Günümüzde akrabalar arasındaki muhabbetin azalmasının ardında sadece zaman darlığı değil, maddi ve manevi pek çok sebep bulunmaktadır. Ekonomik sıkıntılar, gelir farklılıkları, miras anlaşmazlıkları veya güncelde siyasi görüş farklılıkları, akrabalar arasında yanlış anlaşılmalara ve mesafelere yol açabiliyor. Manevi açıdan ise kibir, gurur, kırgınlıklar ve küçük meseleleri büyütme eğilimi ilişkileri zedeleyen önemli etkenlerdir. Özellikle hassas kalpli bireyler, karşı tarafın söz veya davranışından hayli etkilenerek bu durumdan fazla yaralar alabiliyor. Oysa hoşgörü, sabır ve empati ile bu tür durumlar aşılabilir; küçük yanlış anlaşılmalar büyük kırgınlıklara dönüşmeden giderildiğinde sıla-i rahim ruhu yeniden güçlenebilir. İnsanımız psikoterapiste gitmekten, parayla dert anlatmaktan da kurtulur.