Birlik ve beraberliği yaşayalım yaşatalım!
YAŞAR DEĞİRMENCİ
Örnek bireylikten örnek topluma örnek toplumdan örnek ümmete giden yolculuğa çıktığımızın farkında değiliz. Kendi değerleriyle buluşamayanlara örneklik sergilemeye, yaşayışımızla örnek olmaya çalışmalıyız. Sorumluluklarımızdan mazeretlere sığınamayız.
Dünya küreselleşti. Küreselleşme, sınırları ortadan kaldırdı; bu doğru. Ama öte yandan da ekonomik, kültürel ve entelektüel sınırların ortadan kalkması, insanın, insanlığın ufkunu genişletmedi. Aksine, berbat bir ufuk daralmasına yol açtı.
Postmodern dünyanın, içinde yaşadığımız çağın dini, din-dışı kutsallıklar üreten neo-paganizm hatta tekno-paganizmdir. Paganizm dininin putları ise para, egoizm ve şehvettir. Hız-haz-hırs üçgeni içinde insanlık esir alınmış, zihnen işgal altında olup hak ve hakikatten, kendi değerlerinden uzaklaşmaktadır. Din-dışı kutsallıklar üreten, insanın düşünme melekelerini öldüren, insanı dünyanın sorunlarına duyarsızlaştırarak egoizm kafesine tıkayan, bu anlamda yeni-barbalık biçimlerinin eşiğine fırlatan "pornografi"dir.
Bu yaygınlaşan hastalıkları önleyecek tek sistem İslâm'dır. Sıkıntı, çare olduğumuz halde çaresizlik içinde olmamız, dini temsil eden, dindar muhafazakâr olarak bilinenlerin örnek olmayan hâlleridir. Örnek olması gereken kitle de cemaatlerdir. Âcilen cemaatlerin ve tarikatların kendilerine çekidüzen vermeleri gerekiyor. İyi insan yetiştirme çabasını faaliyetlerini merkezine almak zorundadır. Cemaatler; toplumu/cemiyeti korumak, cemiyete kol kanat germek, cemiyetin İslâmî duyarlıklarını pekiştirmek için gayret göstermekle mükelleftir. Cemaatler devlete elbette ki, adam yetiştirmeli ama sadece ehliyet, liyakat ilkeleriyle görev yapacak insanlar yetiştirmeli. Her ne kadar günümüzde cemaatler, modern fenomenler olsa da "cemaat" kavramı tertemiz, kökleri İslâm'ın kurucu kaynaklarına kadar giden önemli bir kavramdır. Cemaat, bütünleşmek demektir. Cemaat, bir omurga inşa etmektir. Cemaat, müşterek bir şuur yeşertmek, müşterek bir dünya kurmak demektir. Cemaat, kişilik ve şahsiyet sahibi olmak, aidiyet bilincine, emanet bilincine ulaşmak demektir.
Peygamber Efendimiz de ümmeti şöyle tarif etmiştir: "Birbirini sevmede, birbirine merhamette, birbirine şefkatte, müminlerin bir beden gibi olduğunu görürsün. Bir uzvu rahatsızlandığında, diğer uzuvları ateşlenerek, uykusuz kalarak ona katılır." İslâm ümmetini bundan daha güzel tarif ve tasvir etmek mümkün değildir. Bir başka hadislerinde, "İman etmedikçe cennete giremezsiniz. Birbirinizi sevmedikçe de (gerçek) iman etmiş olmazsınız" buyurarak, Müslümanların birbirlerini sevmelerinin imanın gereği olduğunu ifade etmiştir. Bu kardeşlik dolayısıyla, İslâm toplumunda asıl olan hakkın, adaletin, sevginin, barışın ve yardımlaşmanın hâkim olmasıdır. Peygamber Efendimiz; ümmetinin taşları birbirine iyice yapışmış bina gibi olduğunu söylemiştir. İslâm ümmetinin birbirine haset edemeyeceğini, buğz edemeyeceğini, sırt çeviremeyeceğini, satışını bozamayacağını, zulmedemeyeceğini, ihanet edemeyeceğini, aldatamayacağını, yardım isteğini cevapsız bırakamayacağını, tahkir edemeyeceğini; Müslümanların kardeş olduklarını, kişinin kötü sayılması için kardeşini tahkir edip, horlamasının yeterli olduğunu vurgulamıştır. Bir temsilinde de ümmeti, gözü ya da başı ağrıdığında, o ağrıyı her yerinde hisseden bir vücuda benzetmiştir. Ümmetin fertlerinin emsalsiz bir dayanışma içinde, birbirlerine karşı şefkat ve merhamet duyguları ile dolu olmaları gerektiği açıkça ifade edilmiştir.
Cemaatçilik ve grupçuluk da kardeşliği zaafa uğratıyor, önlenemiyor. Nitekim son yıllarda çeşitli cemaatlerin veya grupların birbiriyle mücadele etmeleri, kardeşlik bağlarının zayıflamasına sebep olmuştur. Kendilerinin dışındakileri kabul edememe, yalnız kendilerinin "ehli sünnet ve hak yol"da oldukları iddiaları Yahudileşme zihniyetine götürür. Hangi cemaatten veya gruptan olursa olsun tevhide inanan, kıblesi bir olan Müslümanların, başka cemaatlere mensup olan kardeşlerini "öteki" olarak görmesi mümkün değildir. Kur'an'ın insanlığa sunduğu en önemli ilkelerden biri olan emr-i bi'l-maruf ve nehy-i ani'l-münkerin uygulanmasıdır. "Siz en hayırlı ümmetsiniz, iyilikleri emreder, kötülüklerden menedersiniz" ayetinde ifade edildiği üzere, bu prensip ümmet-i Muhammed'in önemli vasıflarından biri olmalıdır. Müslümanların, kurumsal ve bireysel olarak bu ilke doğrultusunda, her türlü imkânı kullanarak yanlışa düşen kardeşlerini uyarmaları, onlara engel olmaya çalışmaları gerekir. Bu kardeşliğin parçalanmasına tepki verilmemesi, "aynı gemide hep beraber batmak" anlamına gelir. İkinci olarak, hak, adalet ve ihsan toplumu olan ümmet-i Muhammed'in fertleri arasında, aşiret, grup, cemaat ve kavmiyet taassubunun olamayacağı vurgulanmalıdır. Taassubun her çeşidi gibi grup taassubunun da hem İslâm toplumuna hem de bütün insanlığa zarar verdiği bilinmektedir.

4