23 Nisan'lar sadece nutuk günleri olmasın!

23 Nisan'lar sadece nutuk günleri olmasın!

YAŞAR DEĞİRMENCİ

Tarihte geçen önemli günler elbette vardır. Bilinmeli, ibret alınmalı, dersler çıkarılmalı. Bizde tarihi günler hiç tahlil edilmez, takdis edilir. Resmî tarih; anaokulundan, lise son sınıfa kadar eğitimimizde (başında 'Millî' kelimesi olsa da) hiç Millî Eğitim olmadı. Şimdi gayret ediliyor çığırtkanlıklara rağmen. Önemli günler; hep Kemalizm'in, putlaştırmanın, şahısları 'ortak değer, ortak payda' haline getirmenin vesilesi oldu. Tarihimizle de irtibatları yok. Sadece düşmanlık! Belgeli, ispatlı yapılanları bile konuşmak yasak. 23 Nisan 1920 de tarihi günlerimizden. Çok iyi bilinmeli, tarih şuurubilinci kazanmanın günleri olmalı.

Biz tarihteki en büyük devlet ve medeniyet tecrübelerinin sahibi olan bir milletin çocuklarıyız. Bu çağı bizden başkası yorumlayamaz, değerlendiremez. Batı'nın gözünde Doğuluyuz. Müslümanız. Dünün Osmanlı'sıyız. Selçuklu'yuz. Osmanlı'nın devamıyız. Bunları bilmeliyizbildirmeliyiz.

23 Nisan 1920'de kurulan Millet Meclis'i, 16 Mart 1920'de, yani yaklaşık bir ay önce, Osmanlı Meclis-i Mebusan'ında görüşülen gündemleri aynen devralarak ve müzakere ederek devleti yönetmeye başlamıştı. Yeni Türkiye'nin kurucuları, açıkça şunu ilan ediyorlardı küffara: Biz küllerimizden doğmasını biliriz. Bir devleti yıkarsınız ama biz yenisini derhal kurmasını iyi biliriz. Söylenmek istenen şey, Türkiye devleti, Osmanlı'nın her bakımdan devamı olacaktı. Hilâfet de sürecekti, saltanat da bir süreliğine kadar da olsa sürecekti.

Türkiye Cumhuriyeti, fiilen 23 Nisan 1920'de kuruldu aslında. Millet Meclisi, Anadolu'da kurulan bağımsız devletin önadımı'ydı. Meclis değil devlet kurulmuştu 23 Nisan 1920'de. Hem Kur'ân-ı Kerîm, hem Buhari-i Şerîf hatimleri'yle Kurbanlar kesilerek Tekbirler getirilerek Bunlar bilinmeden olmaz.

Bu Meclis, Millî Mücadele'yi yöneten bir meclis değil, ülkenin meselelerini müzakere ederek ve kanunlar çıkararak ülkeyi yöneten bir devletti aslında.

Bu Meclis; gerek törenleri, gerek gündemleri, gerekse mebuslarının kahir ekseriyetinin hocalardan, âlimlerden, toplumun İslâmî kurumlarının ve oluşumlarının önde gelen isimlerinden oluşması hasebiyle İslâmî bir meclisti.

Neresinden bakarsanız bakın, Anadolu ve Rumeli'de Müdafaa-i Hukuk cemiyetleri olarak kurulan (kahir ekseriyeti, müftüler, hocalar ve ülkenin önce gelen âlimleri ve münevverleri arasından seçilen kişilerden oluşan ve bu kişilerle önce millî mücadeleyi, sonra da ülkeyi yöneten) bu devlet, 1928 yılına kadar, Anayasa'nın 2. maddesindeki "devletin dini, din-i İslâm'dır" ibaresi çıkarılana kadar İslâm devleti olarak kurulmuştu.

Devletin kurucu değerleri laik değil İslâmî değerlerdi. İstiklal mücadelesi laik değerlerle ve ilkelerle değil İslâmî değerlerle ve ilkelerle verilmişti. Laikliği ise tartışılmaz bir din gibi kabul etmediğiniz sürece, size bu ülkede yaşama hakkınız olmadığını söyleyecek kadar şirretleşiyorlar. Laikçiliğin tek çıkar yol olarak görülmesi, dokunulamaz, değiştirilemez hâle getirilmesi de bu toplumu Batılıların karikatürü hâline getirdiğini gösteriyor. Bu vesile ile toplum; büyük iddialarını, rüyalarını, ideallerini yok eden bir yapı oluşturuldu. Bizde "dinden uzaklaştırma" olarak uygulanan laiklik, diğer devletlere de örnek olarak gösterildi. Böyle bir uygulama aldığımız Fransa'da bile yok.

İslâmî mücadele ilkeleri üzerine kurulan Türkiye Cumhuriyeti devleti, zamanla laik bir devlete dönüştürüldü. Ülkede tarihsiz, köksüz bir toplum, zihni işgal edilmiş, milleti millet yapan değerlerin yerini Batı'nın değerlerini alan bir millet oluşturuldu. Yapılanlar; sorgulamadan, yargılamadan, ne denmişse kabul edilen bir yapı oluşturuldu.

Türkiye Cumhuriyeti kadroları daha sonra Türkiye'nin laik bir devlet olduğunu, İslâmî bir iddiası ve temsiliyeti olmadığını açıkça ilan etti bütün dünyaya.

23 Nisan 1920'de Kur'an-ı Kerim'lerle, dualarla Cuma günü açılan meclis, bu birinci meclisin kapatılıp, 'emir kulları'dan ibaret ikinci meclisin açılması, sonrasında başlayan bazı inkılapların verdiği zararlara hiç değinilmeyecek mi