Osmanlı aydını, yönetici eliti (Türkleri temsil ettikleri algısı yaratılarak) Tanzimat'tan beri, hatta daha öncesinden Batının yörüngesine girmişti zaten. Batı açısından müstakbel ülkenin teslim edileceği öncü kadrolar hazırdı yani. Geride Osmanlı hinterlandındaki Kürtler ve Araplar kalıyordu. Arapların organik değilse de duygusal olarak Batı söylemine hazır olduklarını İngiliz ajanı Lawrence, kısa sürede tespit edecekti. Akıbetlerini biliyorsunuz. Geniş bir Arap imparatorluğu hayal ederken, bir Arap köyünden diğer bir Arap köyüne vizesiz gidemez hale geldiler. Arap Filistin'in kıtır kıtır doğranması karşısındaki hazin hissizlikleri, çaresizlikleri yürek burkuyor bugünlerde.
Kürtlerin Lawrence'i kabul edilen Binbaşı Noel ise Kürt aşiretleri arasında geçirdiği uzun bir sürenin sonunda Büyük Britanya dışişleri bakanlığına gönderdiği raporda "Kürtleri Türklerden koparmak için yüz yıla ihtiyacımız var" diyecekti geçen yüzyılın başlarında. Kürtler, Garpzedelikle zehirlenmiş entelektüel merkezlerden uzak olmalarından dolayı Batının yörüngesine girmeye hazır değildiler. Nitekim Batılıların karşısına çıkardıkları liderler de hilafete sıkı sıkıya bağlı seyyidlerden (Seyyid Rıza), şeyhlerden (Şeyh Mahmud Berzenci, Şeyh Said), mollalardan (Molla Mustafa Barzani) oluşuyordu. İngiliz yüzyılının temel argümanı, batıcı yöneticilere, Kürtleri bu tutumlarından dolayı pişman olacakları kanlı bir politika izlemelerini telkin etmek oldu. Şimdi pür Batılı kadroları hazır hale gelmiş olmalı ki Batı merkezlerinden çıkmıyor bazı garpzede Kürt temsilcileri (!). Geçen Pazar günkü yazımızda sözünü ettiğim "şeytan çemberi"nin ümmet olarak boynumuza geçirilmesinin hikayesi kısaca böyledir.
Cumhurbaşkanı Erdoğan, yeni sürecin başlamasıyla birlikte "Kürtler, Türkler, Araplar" sözünü çeşitli münasebetlerle tekrar ediyor ve yeni bir yüzyılın başladığından söz ediyor. İngiliz yüzyılına alternatif yeni bir yüzyılı kast ettiğini anlamak için çok derin analizlere gerek yok. Yüzyıllık başarısız tecrübeyi göz önünde bulundurduğumuz zaman, Cumhurbaşkanının bu söyleminin bütün bölgemiz açısından yeni bir çıkış anlamını taşıdığı kendiliğinden ortaya çıkıyor.
Kürtler açısından en azından resmi ideolojinin yüzyıllık "Kürt yoktur" şeklindeki İngiliz mamulü söyleminden ve bu söylemi zorla kabul ettirme amaçlı uygulamalarından, devletin en tepesinde -bir lütuf değil, bir hakkın teslimi anlamında- ittifakın ya da iç tahkimin bir tarafı düzeyinde görülme anlamını taşıyor bu söylem. Atılan bazı sembolik adımlar (azımsamak anlamında söylemiyorum), bu söyleme uygun politikaların da devreye gireceğini gösteriyor. Bu gerçeği anlamamak ya da önemsiz görmek tarihi bir hata olur Kürtler açısından.
Sınırlarımız içindeki Araplar ise, resmi ideoloji nazarında hiç yokmuşlar muamelesi görüyorlardı. Diğer bir ifadeyle inkarın konusu bile edilmiyorlardı. Geride bir Türkler kalıyordu ki onlar da resmi ideoloji tarafından tarihsel, coğrafi, kültürel bağlamlarından koparılmış, orijinal Türk'ün enkazı üzerinde yükselen içi boş bir böbürlenmenin kurbanı olmuşlardı. Onlar da Cumhurbaşkanının bu söyleminde asıl ve asil bağlamlarına oturtulmuş oluyorlar. Biz birlikte varsak güçlüyüz demektir bu.