Yol odur ki doğru vara

Kainat, amaçlı bir varlıktır. Kainatta yer alan her varlık bu genel amaca ulaşma çabasında rol alırken kendi özel amacını da gerçekleştirmenin gayreti içinde olur. Kainatın bir parçası olan insan da bir amaca doğru hareket halindedir nitekim. Biz buna yolculuk diyoruz. Hep yollardayız bu yüzden ve Allah'tan bizi dosdoğru yola iletmesini dileriz. Dolayısıyla bir gayeye matuf olmayan yolculuk yoktur.

Geçenlerde Van, Diyarbekir, Silvan, Tatvan, Bitlis, Veyselkarani gibi şehir ve kasabaları kapsayan bir yolculuğa çıktım. Van'da Hüdapar tarafından düzenlenen "Kürt Meselesine İnsanî çözüm" çalıştayında, Diyarbekir'de de Özgür-Der Diyarbekir şubesi tarafından düzenlenen "Ortak Gelecek: Türkiye'de Kürtler, Kardeşlik ve Toplumsal Barış" başlıklı sempozyuma konuşmacı olarak katıldım. Yolculuğumun amacı buydu benim. Çalıştayı ve sempozyumu düzenleyenlerin de bir amacı vardı başlıklarda ifadesini bulan. Yolun da bir amacı vardı. Kişisel amacından ve davet edenlerin gayesinden başını kaldırdığın zaman fark edeceğin bir amaç.

İstanbul'dan Van'a uçak gitmediği (Van havaalanının genişletme çalışmaları henüz bitmemiş. Ne zaman biteceği de belli değil) ve civar illere giden uçaklarda da yer olmadığı için biletim Diyarbekir'e kesilmişti. Diyarbekir'den Van'a beş saatlik bir yolculuk yaptık arabayla. Bitlis'ten sonra Tatvan'ın içinden geçerken geçmiş yıllara daldım. 1975'ten 79'a kadar her sene bu şehirden en az iki üç kere geçerdim. Muş İmam-Hatip Lisesinde okurken tatillerde yolumuz mutlaka Tatvan'a düşerdi. Aklımda kalan güzelliklerinin yanı sıra o tarihlerde bile insanı bıktıran trafiği unutulacak gibi değildi. O yıllarda at arabalarıyla birlikte otobüsler, otomobiller, kamyonlar yoğun bir trafik oluştururlardı. Tatvan'ın içinden geçene kadar, kilometrelerce ötedeki Norşin'e gidip gelebilirdi bir araba. Bunun sebebi, Tatvan'ın konumuydu. Önünde Van Gölü, arkasında sarp bir dağ silsilesi yer alır. Kısacası, yolu ancak bu kadar geniş olabilirdi. Şimdilerde Bitlis çevre yolunun devamı olarak çevre yolu yapılıyor ama henüz tamamlanmamış. Anlayacağınız Tatvan trafiği 1975'tekini kat kat geride bırakacak şekilde boğucu hale gelmiş. Bir tek at arabaları eksikti.

Tatvan'dan çıkınca geniş ve çift şeritli bir yolda ilerliyorsun. Dağlar delinmiş, tüneller açılmış olduğu için ferah bir yolculuk yapıyorsun. Özellikle kış mevsiminde sürücülerin korkulu rüyası olan "Kuskunkıran" geçidini birkaç dakikada geçtik. Geçit dediysem, artık adı tüneldir. Van'dan döndükten sonra bir daha takıldık Tatvan trafiğine. Tatvan merkezde yediğimiz lezzetli Büryan bile trafiğin eziyetini unutturamadı bize.

Diyarbekir'de bir akşam vakti kurşunlu camiinde namaz kıldık. Duvarlarında hendek rezaletinden kalma kurşun izleri kapanmamış birer yara izi gibi duruyorlardı. Yaraların sızısını yüreğimizde hissederek bir gündüz vakti yolumuzu Silvan'a (Farqîn) düşürdük. Benim amacım "Zembilfiroş burcu"nu görmekti. Yıkıldı yıkılacak bir haldeydi. Çevresi çöplük gibiydi. Bir dostumun ifadesiyle "Kürtlerin Yusuf-Züleyha hikayesi"nin geçtiği bu mekanın, iffetin, namusun, şerefin timsali Zembilfiroş'un yurdunun bu halde olması hüzün vericiydi. İçimiz yana yana dar sokaklardan geri döndük. Bir evin kapısında üç dört hanımefendi oturmuş sohbet ediyorlardı. Orta yaşın sonlarında gibiydiler. Selam verdik hanımefendilere. Hemen bembeyaz laçikleriyle burunlarına kadar yüzlerini kapatarak ayağa kalkmaya çalıştılar. Kalkmamaları için rica ettik ve hürmetlerimizi belirterek yolumuza devam ettik. İffet ve saygı numunesi bu hanımefendiler geleceğe dair umut serinliği ektiler yüreğimize. Zembilfiroş burcu yıkılmak üzereydi, ama namus kaleleri hala ayaktaydı.