"Bedrin aslanları ancak bu kadar şanlı idi"

Peygamberimizin komutasında gerçekleştirilen ilk savaş olan Bedir savaşı, tarafların sayılarına bakılacak olursa, normal şartlarda savaş bile sayılmayacak kadar küçük bir çatışmaydı. Bir tarafta bin kişiden ibaret Mekkeli müşrikler, bir tarafta da üç yüz kişi civarında Medineli Müslümanlar vardı. Ama bu küçük çatışma, etkileri ve sonuçları bakımından, tarihin tanık olduğu en çetin savaşlardan biriydi. Dünyanın kaderini değiştirdi. Binlerce yıldır, bütün toplumsal sistemlerin, insan ilişkilerinin, hayat tarzlarının, savaş ve barışların belirleyici unsurunu aile, kabile, aşiret gibi ırk bağları oluşturuyordu. Zulüm, tek geçerli yönetim tarzıydı. "Zalim de olsa mazlum da olsa kardeşine (soydaşına) yardım et" ilkesi, değişmez bir hayat düsturuydu. Bedir savaşı, bu toplumdan, bütün bu ilişkilerin tevhide dayalı olduğu, tek geçerli yönetim tarzının adalet olduğu, "zalim kardeşinin zulmüne engel ol, mazlum kardeşini de zulümden kurtar" ilkesinin benimsenip fiilen uygulandığı bir topluma geçişin başlangıç noktasını oluşturdu. Bu yüzden büyük ve tayin edici bir savaştı. Çünkü işaret ettiğimiz gibi, ırkçı, kabileci, ilkel, putperest bir toplumdan, evrensel, özgürlükçü, tevhidi bir toplum çıkarmak dünyanın en zor işidir. Bedir, bu zorun başarıldığı bir savaş olduğu için büyüktür. Gerici, ilkel, barbar, kabileci düzenden yana olan kardeşlerle, ilerici, medeni, adil, evrensel, tevhidi düzenden yana olan kardeşleri ayrıştırdığı için tayin edicidir. Müslümanlar, bu medeni toplumu ortaya çıkarmak için kardeşleriyle, babalarıyla, akrabalarıyla, ırklarıyla vuruşmayı göze almalıydılar ve aldılar. Neticede tarihin tanık olduğu en özgürlükçü, en adil, en medeni toplumunu ortaya çıkardılar. Irk bağları da sosyal düzen içindeki tabii zeminine oturtularak daha verimli, daha yararlı hale geldi doğal olarak. Onun için bedir savaşı, Kur'an'da "hak ile batılın birbirinden ayrıldığı gün" (Enfal, 41) olarak nitelendirilmiştir.

Sonra devran değişti tabi. İslam toplumunun iç dinamikleri yozlaştı. İsrail oğullarının, kendilerini özgürleştiren Musa'nın, bir süreliğine ortadan kaybolmasından yararlanarak, altın buzağı heykeli şeklinde düzmece bir tanrı edinmeleri gibi, İslam'ın özgürleştirdiği toplumlar da, daha parlaktır diye Batının düzmece, yaldızlı kavramlarının peşine düştüler. Üstelik yüz yıllardır, deniz suyu misali susuzluklarını gidermeyen, hiçbir dertlerine derman olmayan, bilakis korkunç acılar içinde kıvranmalarına neden olan bu sevdadan da vazgeçmiyorlar. Neticede İslam toplumunda ırk bağı (ulus devlet kalıbı içinde), belirleyici unsur haline geldi. Hak ile batıl, eğri ile doğru, tevhit ile şirk yeniden birbirine karıştı.