Varlığı görünen ve varlığı gören devlet

Türklerin ve Kürtlerin farklı bağlamlarda "beka sorunu" diyebileceğimiz bir varlık endişesi yaşadıklarını, bunun da Osmanlı'nın dramatik yıkılışının neden olduğu bir tür travma olduğunu söylemiştik önceki yazımızda. Bu arada belirtmek gerekir ki her iki kesim de bu travmadan kurtulmanın yolunun devletten geçtiğine kanidir. Devlet varsa Türk, devlet nezdinde görünür olursa Kürt rahata erecek anlayacağınız.

Çünkü Türkler, varlıklarını korumak için devletin varlığını olmazsa olmaz şart olarak görüyorlar. Türk için devlet varsa, bir varlıktan bahsedilebilir, değilse varlığının bir anlamı olmaz. Bu kanıyı besleyen uzun bir tarihsel gerçek de vardır, yüz yıl önceki travmanın yanında. Tek parti rejimi, varlığını sürdürmek için Türklerin bu "varlık endişesi"ni diri tutacak bir eğitim sistemi geliştirdi ve bunu kitle iletişim araçları aracılığıyla toplumun kılcal damarlarına kadar işledi. Devlet olmak, devlet sahibi olmak Türkler için bir varoluş göstergesi halini aldı. Böylece bir aksülamel olarak Kürtlerin varlık endişesini derinleştirdi.

Kürtler, inkarcı ve asimilasyoncu, itibardan düşürücü tek parti iktidarları boyunca derin bir "varlık endişesi" yaşadılar. Bu yüzden inkar edilen, yok sayılan, örtbas edilen varlıklarını, özellikle devlet nezdinde görünür kılmanın çabası içine girdiler. Devlet nezdinde, devlet kurumlarında görünür olmak Kürtler açısından bir varoluş göstergesi, varlık ifadesi oldu. Türkler ve Kürtler "varlık endişesi"nde ortaklaştıkları gibi bu endişeyi bertaraf etmenin yolunun devletten geçtiği hususunda da ortaklaştılar. Biri devlet var olsun, biri de devlet varlığımı görsün dedi.

Türklerin bu endişesi ve motivasyonu siyaset arenasına ve toplumsal hayata ülkücü hareket şeklinde yansıdı. Ülkücülerin önceliğinin devlet olmasının nedeni, travmanın saydığımız bu yansımalarıdır. Bir ülkücü için devlet tehlikede ise diğer bütün hususlar göz ardı edilebilir, ertelenebilir nitekim.

Tanıdığım ülkücüler çoktur. Sürekli konuşur, tartışırız. Çok azı hariç, Kürtleri inkar ettiklerine, Kürtçeye, deyim yerindeyse yan gözle baktıklarına, hele hele düşmanlık ettiklerine tanık olmadım. İnkar edenleri de onları (bir şekilde)Türk sayıyorlar. O yüzden içlerinde Kürt olanı, Kürtlüğünü inkar etmeyenleri de var. Ama onlara göre devlet, yani (bir şekilde Kürdü de kapsayan) Türklerin varlığı tehlikedeydi. Dolayısıyla Kürt talepleri bu tehlikeyi azdırabilirdi. Böyle bir endişe söz konusu iken, İslami talepler ve Kürtlerin temel hakları da dahil olmak üzere başka bir konuya eğilmek doğru olmazdı. Doğru veya yanlış, bu onların kanaatiydi. Bu kanaat bağlamında bugüne kadar tutarlı bir tavır içinde oldular nitekim. Ülkücü hareket bağlamında öncelik devlet aygıtının bekasıdır, gerisi ötelenebilir, görmezlikten gelinebilir şeylerdir.