"Mevcudiyet, Meşruiyet, Makuliyet ve Mevsukiyet"

Eski Diyanet İşleri Başkanı Prof. Dr. Mehmet Görmez hocanın Cuma akşamı İstanbul Üniversitesi rektörlüğünün ev sahipliğinde "İslamî Eğitimin Medreseler açısından Dünü Bugünü" başlığıyla yaptığı ufuk açıcı konuşmayı dinlerken, İslam'ın medeniyet serüvenine dair bu kavramsallaştırmasını zihnimin bir köşesine kaydettim. Görmez hoca, fetihler, bir tür varlığını ortaya koyma (mevcudiyet) eylemidir, dedi. Fetihlerden sonra ortaya çıkan yönetim olgusuna cevap vermek, insanlar arası ilişkilerin çeşitli boyutlarına hukuki normlar sunmak amacıyla fıkıh ekollerinin ortaya çıkmasının da varlığın hukuksal zemine dayandırılmasının (meşruiyet) ifadesi olduğunu belirtti. Varlığın ve hukuk sisteminin akli temellerinin atılması (makuliyet) ile de kelam ilminin doğduğunu vurguladı. Son aşamada ise bütün bunların dayanağını, mesnedini, belgesini gözler önüne serme (mevsukiyet) çabasının da medreselerde vücut bulduğunu söyledi. Bunları dinlerken, Medrese, varlığımızın, medeniyetimizin tapu senedidir dedim.

Mekke'deki "Daru'l Erkam"dan ve Medine'deki "Suffa"dan başlayarak medreselerin ilk nüvelerini oluşturan "mecalis"lere (Ders halkaları-ekoller), sonra Nizamiye Medreselerine, oradan İslam aleminin çeşitli bölgelerindeki medrese geleneklerine, Osmanlı medreselerine ve bu arada Kürt medreselerine uzanan bir ufuk turu gerçekleştirdi. Osmanlı medreselerinde zaman içinde yaşanan yozlaşmaya, diğer bir ifadeyle zamanın ruhuna ayak uyduramamaktan kaynaklanan durağanlığa değinirken, Katip Çelebi'nin "Medreseler o kadar etkisiz, işlevsiz hale gelmişler ki payitahta gelen bazı Kürt mollaları tafra atabiliyorlar" şeklindeki sözlerini aktardı. Görmez hocanın bu değinisi ve Katip Çelebi'nin bu sözleri bana ilginç geldi. Kürt medreselerinin Osmanlı payitahtının ilim anlamında zayıfladığı kriz dönemlerinde bir tür rota tayin edici, bir tür moral motivasyon işlevini görmek üzere devreye girmelerinin adeta bir sevk-i tabii olduğunu düşündüm.

Birinci cihan harbi arifesinde payitaht medreselerinde yaşanan gerilemenin, toplumsal ihtiyaçlara cevap verememenin iyice belirginleştiği bir süreçte İstanbul'a gelip ilmi anlamda ulemaya meydan okuyan Said Nursi'nin, o zamanki adıyla Said Kürdi'nin bu hareketi de bir Kürt mollasının "tafra atması" olarak nitelendirilmişti bazı çevrelerde. Oysa Kürt medreselerin şakilesinin tarihsel misyonunu temsil ediyordu. Kürt medreselerinden yetişen alimlerin payitahtta uyarıcı işlev görmelerinin yanında kurumsal olarak bütün ilim yükünü yüklenmeleri ise dini eğitimin tak parti yönetiminde yasaklanmasından sonra Kürt seydaların ahırlarda ders okutmak şeklinde dahi olsa bu tarihi, tabii misyonlarını yerine getirdiklerini biliyoruz. Görmez hoca, kendi medrese tecrübesinden bir anekdot anlatırken "ısınma" gerekçesiyle de olsa Adilcevaz'ın bir köyünde manda ahırında metin ezberlediğinden bahsetti. Sonraki zamanlarda gidip hocası Mehmed Emin Er hocaya bu zorlukları anlatınca, hocanın "siz bayağı lüks şartlarda okumuşsunuz" dediğini de ekledi.