Medreselere ne oldu

Hatırlarsanız, geçen hafta Söke-Şafii Kürtleri bağlamında yayınlanan yazımızı, medrese seydalarına yönelik bir çağrıyla bitirmiştik. Bugünkü yazıda gelen cevaplardan ikisine yer vermek istiyorum. Aslında birine desem de olur. Çünkü Seyda Mela Burhan Hedbi'nin, bu yönde çalışmalarımız var" şeklindeki mesajına karşılık sadece "Tebrik ederiz" demek düşer bize.

Diğeri ise değerli dostum Dr. Adnan İnanç'a ait. Her biri ayrı bir makalenin konusu olacak kıymette on iki maddelik bir mesaj göndermiş. Adnan İnanç'ın mesajının ilk maddesini özetleyerek veriyorum:

"Bugün için iki bin kadar medrese var. Bu medreselerde yirmi bin civarı öğrenci ders görüyor, binlerce icazetli mollaları var. Şimdiye kadar toplumsal bir derde deva buldukları görülmüş müdür" ve devam ediyor. Adnan hoca haklı. Bugün için durum aşağı yukarı böyle.

Fakat, bin dört yüz seneyi aşkın bir süre boyunca İslam medeniyetini ilmi olarak ayakta tutan, dünyaya parmak ısırtan görkemde alimleri yetiştiren medreseler, nasıl bu hale geldiler Sorusunu da sormak gerekir. Ben bu soruyu kendime sorarken aklıma şu hikaye geldi:

Evin yaşlı kedisi son nefesini vermek üzere iken orada ağlayan oğluna "yaklaş" diye işaret etmiş.

Genç kedi kulağını babasının ağzına iyice yanaştırmış. "Oğlum" diye miyavlamış, "bir gün başın derde girerse ormana git, orada bizim kuzenlerimiz var. Duyduğuma göre ormanda bir üniversite kurmuşlar. Çok afili unvanları varmış. Bilimsel ormanın özgür ortamında pek serpilip boy salmışlar. Onları görürsen korkma, o haşin görünümlerinin altında merhametli bir kedi yatar. Onlar sana yardım ederler" demiş ve ölmüş.

Bir gün kedi babasının vasiyetini yerine getirmek istemiş ve evden kaçmış. Ormanda yürürken tam da babasının dediği gibi bir aslan ailesine denk gelmiş.

Ormanların kralı yüksekçe bir yere kurulmuş kürsüde ders veren profesör edasıyla etrafını keskin bakışlarla kolaçan ediyormuş. Aldığı akademik unvanlar yeleleriyle birlikte sallanıyormuş. Bu arada kediyi görmüş.

Bu garip yaratık da kimdir diye bakarlarken, kedi, yanına yaklaşmak istemiş. Aslan, "orda dur" demiş, "kimsin ve ne işin var burada" diye sormuş. Kedi babasından duyduklarını ve yaşadığı evde uğradığı baskıları anlatmış. "Yani anlayacağınız biz emmioğluyuz" demiş. Aslan, "hadi diyelim tipin benziyor bize, ama şu yere yakın boyunu ne ile izah edeceksin Hani yelelerin, akademik unvanların Gördüğüm kadarıyla bir hakemli dergide yayınlanmış bir makalen bile yok".

Kedi, can havliyle atılmış, "efendim", demiş;

Siz benim insanoğlundan çektiklerimi çekseydiniz, Allah bilir belki bu kadarcık da boyunuz olmazdı, unvansızlıktan kırılırdınız. Bütün yeleleriniz yolunurdu.

Aslan kralın tecrübeli bir veziri varmış. "Ekselansları, ben babamdan böyle bir hikayeyi duyduğumu hayal meyal hatırlıyorum" demiş.