"Hükümet", "hikmet" ve "hakimiyet" kelimeleri (H.K.M) kökünden gelir. Bu kökte sağlamlık anlamı esastır. Nitekim farklı bağlamlarda da olsa gördüğümüz bu lafız akrabalığı, bu kelimelerin oluşturdukları algıda da kendini gösteriyor. Tabi amacımız bu yazıda etimolojik detaylara girmek değil. Sadece şu kadarını söyleyelim, kelimelerin lafız ve anlam akrabalığı, hükümetin, hakimiyetini hikmetle sağlamlaştırmasının etimolojik bir çıkarımdan ziyade epistemolojik bir zorunluluktur. "Hikmet" de nesnelerin hakikatini bilmekten kaynaklı olarak onları ait oldukları yere koymak anlamındadır zaten. Dolayısıyla hikmet, hükümetin varlığını hakimiyetle taçlandıran sağlam bir bağdır.
Cumhurbaşkanı sn. Erdoğan "Türkler, Kürtler ve Araplar" söylemiyle yeni hakimiyet vizyonuna işaret ettiğinde bu üç "Anasır-ı İslam'ı" tarihsel bağlamlarına yerleştirmek de "hikmet-i hükümet" gereğidir diye düşünmüştüm. Ama önce bu "anasır"ın hakikatini bilmek gerekir tabi.
Tarihin akışı, coğrafyanın karakteri, kültürel farklılıklar bir topluma başkalarıyla benzeştiği kadar onlardan ayrıştığı bir şahsiyet de kazandırır kuşkusuz. Hükümet, bu şahsiyeti doğru değerlendirmek, diğer bir ifadeyle olması gereken yere yerleştirmek için gerekli bilgiye sahip olmak zorundadır. Unutmamak gerekir, hikmetin bir anlamı da (sağlam) bilgidir.
Türklerin, Kürtlerin ve Arapların ortaklaştıkları nokta, her üç topluluğun da göçebe olmasıdır. Tabi günümüzde bildiğimiz anlamda bir göçebelikten söz edemeyiz. Bedevi (göçebe) Arapların yaptıkları burçlar Londra'yı, New York'u geride bırakmış bugün. Kürtler yerleşik hayata geçeli çok oluyor. Artık Van Gölünün çevresine, Akdeniz, Ege sahillerine villalar dikiyorlar. Türkler de hareketli bir tarihi akışın ardından en az yüz yıldır parantez içine alınmışlardır. O coşkun akışlarının önüne bir bent çekilmiş gibi. Dolayısıyla biz, reel bir durumdan çok bir tür göçebelik karakterinden söz ediyoruz. Zamanla hayat tarzı değişse de tarihsel karakter varlığını korur çünkü. Bu yüzden adı geçen milletlerin tarihin akışı, yaşadıkları coğrafyanın zorunlulukları ve edindikleri kültürel farklılıklar itibarıyla kazandıkları göçebelik karakterini kast ediyoruz.
Çünkü bugün yaşadıkları zorluklar, mevcut koşullara ayak uyduramamaları, kendilerini kıstırılmış gibi hissetmeleri, tarihsel kimliklerine ve haraketli karakterlerine aykırı bir konumda yaşamaya icbar edilmiş olmalarından kaynaklanıyor. En az yüz senedir hükümet yerindedir, ama hikmet yerinde olmadığı için özlenen, beklenen, olması gereken hakimiyet gerçekleşmiyor bir türlü. Önemli bir husus da göçebe olduklarını, göçebelikten kaynaklı farklı şahsiyetlere sahip olduklarını söylediğimiz bu üç milletin mahiyet itibarıyla birbirlerinden farklı göçebelik yaşadıkları hususudur.
Araplar ve Kürtler aynı coğrafyada güzergahı binlerce yıldır değişmeyen bir konar göçerlik yaşıyorlardı. Gidecekleri yer, dönecekleri yer ve bu eylemi gerçekleştirecekleri zaman önceden belliydi. Mesela Kürtler yazları yaylaya çıkar kışları ovaya inerlerdi ve bu sürekli olarak takip ettikleri bir güzergahtı. Bu güzergahın zorluklarını, tehlikelerini gide gele öğrenmişlerdi. Bunlara karşı koymak için sınırlı sayıda aşiret kuvvetini hazır bulundurmaları yeterliydi. Çünkü tecrübeleri pek bir sürprizle karşılaşmayacaklarını onlara öğretmişti. Araplar da aşağı yukarı buna benzer bir hayat yaşıyorlardı. Develerinin peşinde gidip geldikleri mekanlar ve zamanlar belliydi. İhtiyaç duydukları organizasyon da Kürtlerinki gibi aşiret örgütlenmesi düzeyindeydi.

3