Evet, "asabiyet" ama ahlakla beraber olursa

İslam ümmetinin kuru gürültülü, karamsar atmosferini andırırcasına, ışık sızdırmayan boz bulanık bir hava. Beton kadar umutsuz, enkaz kadar duyarsız, insanlık kadar hissiz. Aylardır süren bombardımanın tozu dumanı arasında onlarca, yüzlerce küle bulanmış gibi gri renkli insan, sıraya dizilmişler. Hedeflerinde, yardım kuruluşunun dağıttığı bir tas sıcak yemek var. Hepsi genç ve çocuk. Kül renginden tümü de. Bir yaşlı adam var en önde. Üzerinde soluk yeşil bir mintan vardı, elinde kırmızı bir kap. Muhtemelen ailesinde yemek kuyruğuna girecek genç ve çocuk kalmamış. Belki de babaları şehit düşmüş aç torunları bekliyordu evde. Yahut önceki gün çadırları aleve döndüren bombardımanda bütün ailesi kavrulan birkaç yetim çocuğu yanına almış, onlara yemek götürmesi gerekiyor. Kırmızı kabını görevlilere uzatırken, bütün bu belkileri, bütün bu muhtemelleri omuzlarında taşıyormuş gibi elleri titriyordu. İki büklüm yaşlı adam, ayakta durmakta zorlanıyordu. Zayıf ve bitkin bedeni her an çökebilirdi. Düşmek üzere olduğunu fark eden bir görevli, elindeki kırmızı kabı alırken kolundan tuttu. Titremeye devam ediyordu o. Sonra sıradaki birisi, düşmesin diye onu tutarken yaşlı adamın boynu önüne düştü, benim de kollarım bir yana. Bu videoyu ilk seyrettiğimde yaşlı adamın öldüğünü zannederek devamını izlemeye tahammül edemedim ve videoyu kapattım. Şimdi, muhtemelen evde aç susuz bekleyen yavrulara kim yemek götürecek, belki de dün geceki bombardımanda aleve dönüşen çadırda kavrulan ailelerinden geriye kalan yetimleri kim doyuracak ağırlığında bir muannit sis çöktü bedenimin bütün gözeneklerine. Duygularımın gri yoğunluğunda göz gözü görmüyordu. Sonra sosyal medyada bir daha önüme düştü video. Bu sefer video bir notla birlikte yayınlanmıştı: Yaşlı Filistinli yemek kuyruğunda beklerken açlıktan bayıldı... Bayılmış olduğuna nasıl sevindiğimi bir bilseniz. Videoyu bir daha, bir daha izledim. Babaları şehit düşen çocuklar, aileleri kavrulan yetimler adına sevindim. Nedense ümmetin bu manzarayı bir "asabiyet" gururu sayıp artık harekete geçeceğine ilişkin bir umut uyandı içimde. Müslümanlar bu kadarına da tahammül edemezler, yeri göğü inletirler, gök kubbeyi başına geçirirler işgalci teröristin diye düşündüm. Bu saatten sonra kimse Arap asabiyetinin önüne geçemez, coşkun bir sel gibi dayanır sınırlara, ezer geçer, dedim.

Nitekim İbn Haldun'un "asabiyet" teorisini haklı çıkarırcasına Suriye, Ürdün ve Suudi Arabistan'daki Bedevî Arap aşiretleri seferber olmuş, Süveyda'ya doğru harekete geçmiş, isyan eden bazı Dürzilerin üzerine yürüyorlardı. Umut ettiğim hedeften ufacık bir sapma vardı ama. Umudumu sürdürmeli miyim, bilemiyorum. Geçen Pazar günkü yazımızda bu konuyu ele almıştık.