Kur'an'da "Göğü yükseltti ve dengeyi koydu" (Rahman, 7) buyuruluyor. Varlığın esasının denge olduğunu bildiriyor bu ayet.
Nitekim İmam-ı Azam Ebu Hanife, fıkıh ilmini "insanın, lehinde ve aleyhinde olan şeyleri bilmesi" şeklinde tanımlar. İnsanın hak ve görev dengesini bilip gözetmesi de diyebiliriz. Aile kelimesinin türediği kök de bu tür bir ikili anlam (yükümlülükler ve haklar dengesi) ifade ediyor. Öyle ki Arapçada iki taraflı kazmanın (külünk) adı, "mi'vel" şeklinde bu kökten türetilmiş. Aile kelimesinin ve bununla bağlantılı diğer kelimelerin kökünü oluşturan kelimenin dip anlamı aslında "sırt"tır. Ailenin toplum içindeki fonksiyonunu göz önünde bulundurduğumuz zaman çok yerinde bir isimlendirme olduğunu görüyoruz. Aileyi oluşturan bireyler, özellikle anne ve baba birbirlerinin yükünü sırtladıkları gibi birbirlerine sırtlarını da yaslarlar. Külfet ve nimet dengesi yani. Tıpkı Ebu Hanife'nin fıkıhla ilgili lehte ve aleyhte olan şeyleri bilmek şeklindeki tanımlamasındaki denge gibi. Bu külfet ve nimet dengesi sırf toplumun en küçük organizasyonu aile açısından değil, kabileden, kavime, milletten ümmete, bütün insanlığa kadar her türlü sosyal organizasyon için de geçerlidir. Hayat bir nimet ve külfet dengesidir. İnsanlık da bütün sosyal birimleriyle bir ailedir. İlahî menşeli dil ve din bunu en sarih biçimiyle ortaya koyuyor. Diliyle ve fıkhıyla İslam, bu dengeyi korumanın adıdır.
İlahî dile ve dine cephe alarak gelişen ve ne yazık ki insanlığa önderlik etme konumuna yerleşen, hala bir fuzuli şagil olarak bu gaspını sürdüren Batı medeniyeti, bu semavî ve kevnî dengeyi bozdu. Sosyal yapılanmanın en üst katmanı devletten en alt katmanı aileye kadar bu dengesizliğin sancılarını çekiyoruz nitekim.
Birkaç arkadaşla oturmuş sohbet ediyorduk. Konumuz nüfusun azalması ve buna ilişkin olarak düşünülen tedbirlerdi. Bir arkadaş, boşanmaların başını alıp gittiğinden bahsetti. Bir diğeri insanlar artık evlenmek istemiyorlar, evliliğin getirdiği maddi ve manevi ağır külfetlerden dolayı, dedi. Bu yüzden nüfus artmıyor. Tek çare, dışarıdan nüfus taşımak dedi bir başkası, Abdullah Cevdet'e selam kabilinden. Malum o da Macaristan'dan özbeöz, sarışın Türk ırkı erkekler getirip yerli ırkı ıslah etmeyi önermişti rivayete göre. Bu arada bunun, adamcağıza atılan kuru bir iftira olduğunu söyleyenler de yok değil. Ama Uyguristan'dan nüfus taşımaktan söz edenleri bu kulaklarımla duydum. Gördüğünüz gibi batı medeniyeti sadece nüfusun dengesini bozmamış, aklın dengesini de bozmuş.

3