Komşu komşunun külüne muhtaç

"İnsanlar elektrik yok iken çamaşırlara kalıp sabunu sürüp kil serper elleriyle çitilerdi..."

Elektrik hayatımıza girmeden önce aileler çamaşırlarını yıkamak için sokakta at arabasıyla kül satan külcüden kül alıyorlardı ama o gün kül almayan, ertesi gün de kilere gittiğinde külün kalmadığını fark eden evin hanımı "eyvah" ederek pişmanlığına yanıp sonra da çare olarak ne mi yapıyordu

Mecburen komşusuna gidiyordu...

"Komşu komşu evde külüm kalmamış da sizden biraz kül alabilir miyim"

Biraz ayaküstü hoşbeşten sonra komşunun verdiği meşe külü veya palamut külü ile eve dönüyordu.

Komşu komşunun külüne muhtaç sözü buradan geliyordu. Peki kül ile çamaşır nasıl yıkanıyordu Büyük kazanı bahçeye kurup, içini suyla, altını da odunla doldurup yakarlardı. Büyük kazanın içinden aldığı sıcak suyu maşrapa ile tenekenin içindeki pelet külünün üzerine iki misli kadar döküp sopa ile güzelce karıştırırlardı. Suyun üzerine çıkan kül parçalarını alarak kül çökertme işlemini tamamlardı. Küllü suyu kilere koyup kendi hâline bırakır. İki gün sonra küllü su, sabun gibi kayganlaşıyor üzeri de ayva gibi parlıyor.

Tenekedeki kül suyunu, küllerini süzerek küçük kazanın içine boşaltıyorlar. Kazanların önüne kurulan çamaşır leğeninin içine kirli çamaşırları koyup ve maşrapa ile kül suyunu ve kaynar suyu belli ölçülerle üzerine dökerler. Kalıp sabunu sürüp üzerine kil serptikten sonra çamaşırları elleriyle çitiler, ayaklarıyla çiğner ve çeşme kurnasının kenarındaki yunak taşının üzerine koyup tokaçlamaya başlarlardı.

Tokaçı sapından iki eli ile tutarak yukarıya kaldırıp "Osmanlı Tokadı" atıyormuş gibi çamaşırların üstüne şap şap indirir onları ıslak çamaşırlara vurdukça çamaşırın kirli suları akardı. Belki 15-20 bazen 30-40 defa tokaçlanan çamaşırların çıkardığı sese aşina olan kulaklar onların artık temizlendiğine kani olur sonra da sıcak suyla durulama işine geçilirdi.