Umudu öldürmeyin!..

"Hâlen merakım devam etmektedir. O ağaçlar nasıl kavak ağacıyla böyle yarışabilir!."

"Ne yaparsanız yapın umudu ve hatırı sakın öldürmeyin" derdi büyüklerimiz. Öyle ya, tanıdığımız birisi bizim olduğunu bildiği hâlde köpeğimize taş atsa, o taş köpeğe isabet etmese bile bu dostumuza karşı sevgimiz azalır. Bu elde değil...

Babam okuyup yazmayı askerde öğrenmiş ama cin fikirli ve yenilikçiydi. Bir sene çeltik ekimi için yeterli su olmadığı için bir bölüm arazimize kavun karpuz ekmişti. Olgunlaşma dönemi başladığında bekçilik görevi de o yıllarda 10-11 yaşlarında olan bana verilmişti. Öyle ki tüm köylünün gözü,bizim karpuz tarlalarına çevrilmişti. Köyden ovaya inerken büyük küçük herkes yolunu bizim tarladan geçsin geçmesin uğrardı. Ben de onlara, uğrayan herkese karpuz ikram ederdim. Çünkü biliyordum ki bu kişinin tarlası ta orada. Buraya niçin geliyordur "Belki karpuz ikramı olur" diye geliyordur. "O hâlde bu umudu niçin öldüreyim ki, karpuz ikram edeyim" diyordum.

Hatta bazen yukarı köylerden olup da şehirden dönen köylülerden "babanın asker arkadaşıyım" diyenleri de geri çevirmezdim.

Ben ikram ettikçe, gelen geçen yolculara dağıttıkça karpuzlar da öyle azdı yani öyle bollaştı ki kolları çevre tarlalara taşmıştı. Her gelen "bereket versin" diyordu çünkü. O yıllarda şehre götürüp de karpuz satmak âdet değildi.

Babama saygım sonsuzdu ama babamın her yaptığını da doğru bulmazdım. Bir defasında iki gencecik elma ağacını hiç düşünmeden kesip atmıştı. Bu körpe ağaçların kusuru(!) dutlarla birlikte olan sakar elma olmalarıydı. Tamam bu elmalar dayanıksızdı çabuk tüketilmeleri gerekiyordu ama yine de kesilmelerini gerektirecek bir şey yoktu...