O tevazu ile "hayırsız" rumuzunu kullansa da annesini unutmayan hayırlı evlatmış...
Rahmetli annem gördüğüm en bilge kadındı. "Osmanlı kadını" denir ya hani böyle annelere, benim annem öyle bir Osmanlı kadınıydı. Kısa, öz cümlelerle bize öyle şeyler öğretir, öğle diyarlara götürürdü ki şaşar kalırdınız...Sanki tarihin ve edebiyatın imbiklenmiş hâlini bir cümle ile önümüze kordu. Savaşlarda gerilip bırakılan yay ile hedefine tam isabet eden ok gibi isabetliydi sözleri.Küçüktük o zamanlar. Ama annem bizlere şimdi değme eğitimcilerin pedagogların uygulayamadığı yöntemi doğal annelik ve bilgelik hâliyle uygular bizi sanki kocaman adammışız gibi ciddiye alarak söylerdi sözlerini. Bizi küçücükken büyümüş hissettirirdi. Bu evladına kendini değerli hissettirmenin ne enteresan ve başarılı bir yöntemiymiş meğer, bunu yıllar sonra anlıyoruz...Bazen bir sözle omuzlarımızı yere indirir bazen de bir sözle yerdeki omuzlarımızı dimdik yapardı annem... Söz mühendisi gibiydi..."Yorganda da ölüm urganda da ölüm" derdi. "Az yaşa çok yaşa ille gelecek başa."Bu iki cümle ile ölümü hayatımızın bir gerçeği olarak anladık ve kabullendik dahası içselleştirdik... Ölüm sevilir mi denir hani, biz ölümü bile bizim diye bize ait diye sevdik..."Deme dostuna, der dostuna" derdi. Bu cümle ile sır saklamanın önemini ve zorluğunu hissettirmişti mesela. Sözün ne kadar tehlikeli olduğunu da bu cümle ile anlamıştık."Doğru zıngıldar ama yıkılmaz" derdi. Dürüst olmayı, yalan söylememeyi bu cümle ile öğrendik annemden..."Beterin beteri var", "ne oldum deme ne olacağımde", "olacakla öleceğe çare yok" cümleleriyle her hâle şükretmeyi ve insanın başına her şeyin gelebileceğini, hayatın inişli çıkışlı olacağını yani kaderi kabullendik...