Mezarımda iki taş olsun
"Saray bahçeleri, köşklerde bulamadığım huzuru Orhan-ı Kebir medresesinde buldum..."
Dayımla, hasta ziyaretine gittiğimiz Atilla Ağabeyin evinde dedesinden kalma Osmanlıca defteri okuyordum o da dinliyordu. Defterin sonunda sözü edilen ve vasiyet olduğunu tahmin ettiğimiz kâğıdı büyük bir merak içinde açıp okumaya başladık, Osmanlıca yazılı metin gerçekten bir vasiyetti:"Ben İstanbullu Saray görevlisi Agah Paşa oğlu Selahattin. Yıllarca asıl mutluluğu arayan bu garip Selahattin, Hocam Hasan Efendi'nin yanında buldum. Fırtınalarım burada dindi. Benim limanım onun yanı oldu. Saray bahçelerinde, köşklerde bulamadığım iç huzuru Orhan-ı Kebir'de Hasan Hoca Medresesinde buldum. Mutluluk almakta değil, vermekte, öğretebilmekte, sorulan sorulara cevap verebilmekte imiş. Dünyada çok şey isteyenler aslında mutlu olamayanlarmış. Rızık Allah'tandır. Dağ başında da olsan, toprak içinde de rızkın varsa seni buluyor. Hocamdan rica etmiştim, kabul etti. Ölünce onun ayak ucuna gömün beni. Huzurlu bir yerden ahirete kalkmak istiyorum. Hocamın yanında, Peygamber Efendimizin şefaatine, Allah'ın rahmetine kavuşmak istiyorum. Tüm mal varlığım, babamdan, dedemden kalanlar, eşim ve çocuklarımındır. Borcum yoktur. Aman ha mezarımı taşlatmayın. İki taş olsun mezarımda;biri baş diğeri ayak ucumda..."Vasiyeti okuyunca hepimizin gözleri buğulanmış, yürekleri kabarmıştı. Aradan yüz sene geçmiş fakat bu güzel yaşanmışlıklar bizi kendimize getirmeye, insanlık gayemize döndürmeye yetiyordu. Dayımın işareti ile müsaade istedik. Yolda dayım;