"Birbirlerine yaslanan omuzlar, hayatın yükünü paylaşacaklarının ilk işareti gibiydi..."
Gün akşama dönüyordu… Güneşin son ışıkları gökyüzünü turuncu-mor bir tabloya çevirmişti. Manavgat'ın buhurdan gibi tüten yaz akşamlarından biriydi; yine de arada bir sıcak meltem yüzlere dokunuyor, eski günlerden fısıltılar getiriyordu sanki.Gri saçlı güngörmüş insanların omuzlarında geçmişin hikâyeleri, gözlerinde ise çocukluk anılarının puslu izleri… Annelerimiz, başörtüleriyle, oturdukları sandalyede hayatın zorluklarına karşı mukavemetin ve vakarın sembolü gibiydiler.Aralarında, yıllar önce birbirlerine "hayırlı sabahlar" demeden güne başlamayan komşuları da vardı. Yanlarındaki genç kadınlar, aile geleneğini sürdüren birer halkaydı artık; yanlarında ise geleceğin ümidi olan küçük çocuklar...Üç erkek çocuk, ortalarına minicik bir prensesi almış, elinden tutuyorlardı. Birbirlerine yaslanan omuzlar, hayatın yükünü paylaşacaklarının ilk işareti gibiydi. Kız çocuğunun lila elbisesi rüzgârda hafifçe savrulurken, arka planda renkli tenteler, uzun masalar ve göz göze gelmiş akşam sohbetleri görünüyordu. Sağda duran dev aynada ise bir çocuk yansıması...Belki de büyüyen zamanın aynadaki aksiydi bu; her nesil bir sonrakini yansıtır gibi... Zamanın içinde kaybolmadan, bir yaz gecesi hatırasında birleşen kuşakların; geçmişin, bugünün ve yarının bir araya gelişiydi.Belli ki o gün, sadece bir araya gelinmemişti. Hafızalara kazınacak bir hatıra da bırakılmıştı. Gülüşlerde geçmişin sıcaklığı, çocuk bakışlarında geleceğin umudu vardı. Ve birisi şöyle diyecekti yıllar ve yıllar sonra: