Köyüm eski köyüm değil...

"Canım anam beni öyle içli içli ağlar görünce pek telaşlandı, kucaklayıp bağrına bastı..."

Altı yaşımı henüz tamamlamıştım ki masal ülkesine benzettiğim köyümden ayrıldım. Kars'ın Karahamza Köyü...

Daha 5 yaşımdayken yemyeşil çayırlarında kazları yayardık. Gürül gürül deresine entarimiz ve alt pijamamızla atlar suyun içine batar batar çıkardık. Evden bizi merak eden olmazdı. Acıkır mıydık hatırlamıyorum... İkindiden sonra kazları toparlayıp evin yolunu tutarken birden bir kazın kanatlarını açarak üzerime geldiğini görünce çok korkmuş can havliyle elime geçirdiğim taşı ona fırlatmıştım.

Bir müddet şaşkın ve üzgün kazı süzdüğümde de burnunun yaralanmış olduğunu fark edince "anam kızacak" diye çocuk ruhumla ve üzüntümle ağlaya ağlaya iki odalı toprak damlı evimize ulaşmıştım.

Canım anam beni öyle içli içli ağlar görünce pek telaşlandı, kucaklayıp bağrına bastı.

"Ne oldu kızım sana Neden ağlıyorsun" diye sorunca ben de yaşadıklarımı uzun uzun iç çeke çeke anlattım.

Ağlama sebebimi öğrenince kendisi rahatlamış olarak benim gözyaşlarımı silip teselli etti.

Yazın harmana götürürdü babacığım. Öküzlerin koşulu olduğu şimdi çoklarının bile adını unuttuğu düven denilen altı çakmak taşlarıyla keskinleştirilmiş uç kısımları yukarı bakar şekilde geniş tahtaya bindirirdi. Öküzler ağır ağır samanların üzerinde o düveni döndürürken bize o düven sürmek şimdiki çocukların lunaparklarından daha eğlenceli gelirdi... Neşe içinde harman üzerinde dönerdik. Nereden bilecektik o çakmak taşlarının samanları kesip parçalarken buğday tanelerinin saplardan böyle ayrıldığını... İkindiye doğru rüzgâr çıktığında büyüklerimizin ellerinde yabalarla samanlarıhavaya savurup böylece samanları rüzgâr az öteye üflerken buğday tanelerinin yere yavaş yavaş toplandığını...