Köydeki eski günler

"Kurtlar inmiş dağdan belli ki... Çünkü uzaktan uzağa uluma sesleri geliyor kulağıma..."

Hoş sefa bir akşam vakti sobadaki yanan odunun çıtırtı sesleri yankılanıyor odada. Odanın içine kurgulanmış sedirin en göz alıcı köşesinde oturuyorum. Anneannem çetiğini örüyor, dedem takvim yaprağına uzun uzadıya bakıyor. Evde üç kişiyiz üç nefes var ama herkesin kendi dünyası yanı başında... O kadar sessiziz ki sobadaki odunun sesi fon müziği gibi geliyor kulağa...

Pencereden dışarısı zifiri karanlık. Hiçbir şeyin gözükmediğini bile bile bakıyorum ta uzaklara... Kurtlar inmiş dağdan belli ki... Çünkü uzaktan uzağa uluma sesleri geliyor kulağıma... İrkiliyorum odada dualarım içimden dudaklarıma yansıyor... "Allah'ım aman inmesin köye... İnşallah evine girmeyen kalmamıştır." Sesim odadaki sessizliği bozuyor:

"Evine girmeyen kalmamıştır herhâlde" diyorum soru sorar gibi...

Dedem okuduğu takvim yaprağından gözünü ayırmadan emin bir sesle cevap veriyor:

"Sen merak etme herkes tedbir almıştır elbet" diyor.

Susuyorum, dedem susuyor. Gereksiz cümlelere tenezzül etmiyoruz... Öyle boş boş konuşmuyoruz. Gerektiğinde ağızdan çıkan nazik, saygılı, kısa cümlelerle yatsı ezanını bekliyoruz.

Eskiler hep iyi söylemiş. Çünkü denemişler hayat boyu... Yapmışlar ve yaşamışlar... Nedir o deneyim

Yatsı demek yatmakla eş... Eskiler yatsı namazını kılar hiç dünya kelamı etmeden, gider istirahate çekilirlermiş... Erken yatarlarmış. "Erken yatan erken kalkar" derlermiş.

Böylece yatsı namazını kılar ve hiç konuşmadan uyurlarmış. Tabii ki bir yabancı misafir gelmez ise... Misafir var ise misafire hürmet, izzet ve ikram için ellerinden geleni yaparlarmış.