Kepçe düdüğü

"Kepçe düdüğü duyar duymaz neredeysem oradan koşar, kepçenin yanına giderdim."

Konya'nın Ereğli ilçesinde doğdum. Hâlâ gözümde canlanır: Gecekondular, müstakil evler, açık kapılar, birbirini tanıyan ve seven insanlar… Öyle eski zamanlar değil, doksanlı yıllardı. Mahallede herkes birbirine gider gelir, kimse kimseye yabancı değildi.

Üç kardeştik. Ben görme engelli bir çocuk olarak dünyaya geldim. Yedi yaşıma geldiğimde, ailemden ayrılıp başka bir şehirde okumam gerekecekti. Ama ayrılıklardan önce de ümitlerim vardı.Tıpkı yaşıtlarım gibi… Araba sürmek isterdim. Ama en çok da kepçe sürmek… Çocukluğumda hatırladığım tek oyuncağım bir tüp arabasıydı. Oyuncağım yoktu ama hayallerim vardı. Biz zengin değildik. Ama mahallemiz güven ve sevgiyle zengindi. O yıllarda evimize elektrik yeni gelmişti. Mahallemize köylerden devlet görevlileri gelir, tamirat yaparlardı. Elektrikçiler, su işçileri, belediye çalışanları… O zamanlar bu insanlar misafir sayılırdı. Evine çağırmayan ayıplanırdı neredeyse. Sofralar açılır, çaylar hazırlanır, sohbetler edilirdi.

Ve ben kepçelere âşıktım. Mahallemize sık sık Devlet Su İşlerinden gelen kepçeciler uğrardı. Hâlâ adlarını unutamam: Hüseyin, Ahmet ve Cengiz. Her gelişlerinde kepçenin düdüğünü çalarlardı. Neredeysem oradan koşar, kepçenin yanına giderdim. Onlar da bazen saçımı okşar, bazen cebime küçük harçlıklar bırakırlar çocuk kalbime büyük izler bırakırlardı.

Bir gün, abimle oturmuş bir şeyler konuşuyorduk. Canım küçük bir şey istemişti ama paramız yoktu. Derken, uzaktan tanıdık bir düdük sesi geldi. Kepçeciler mahalledeydi yine… Yanıma geldiler, gülümsediler ve o gün de avucuma bir harçlık bıraktılar. Kalbimi kazanıp gittiler.