Kendi çocuklarıyla beraber

"Kız tarafı kızını, gelin arabası yapılan kağnıya götürürken bile gözyaşıyla uğurlardı..."

Uzun kış gecelerinde evimiz dolar taşardı. Bazen dedelerimizin bazen mahallemizin ihtiyar kadınlarının anlattıkları hikâyeler ve acı yaşanmışlıkları dinlerken üzülür bugünkü hâlimize şükrederdik.

Savaşlar ve göçler yüzünden bu güzel topraklarda nice zaman huzur olmamış, kan ve gözyaşı haneleri sarmış, şehitlik ve gazilik; yetimlik ve öksüzlük gibi sözler duyanları yaşayanları hep yaralamış öyle ki bu yürek acısıyla normal sevinilecek bir duruma dahi sevinilememiş sevinci bile sessiz yaşamak tercih edilmiştir.

Çocukluğum, Osmanlının son yirmi beş yılını yaşayan büyüklerle geçti. Onlar bu çileli yıllarda her türlü acıyı, fakirliği, hastalığı görmüş, yaşamış... Çetelerin elinden neler çekmişler. Seferberlik sebebiyle kimse kendine kalamamış. İkinci Dünya Harbini asker olarak yaşamış görmüş büyüklerimle büyümek beni çabuk olgunlaştırdı diyebilirim.

Bu yaşanmışlıklar sadece bizim yöremize ait değildi koskoca bir coğrafyanın kaderi olmuştu. Düğünlerdeki söylenen türküler bile insanı üzer, düğünler bile bir şekilde gözyaşlarına sanki bir şekilde vesile olurdu...

Kız tarafı kızını, gelin arabası yapılan kağnıya götürürken gözyaşıyla uğurlar, gelin el öperken ağlar, ağlaya ağlaya yeni evinin yolunu tutardı. Bu gözyaşları bile geçmişteki acılardan kalan iç burkulmasıydı.

Yıllarca gelin olan kızlarımızı dedeleri, nineleri gelin etmişti. Çünkü babalar, Balkan Harbinde, Çanakkale'den ta Sarıkamış'a oradan da Arabistan'a kadar büyük bir coğrafyayı korurken şehit düşmüşlerdi.

Sevincimiz bu ve dile gelmeyen nice hâller sebebiyle yarım kalmış, yıllarca erkeği olmayan hanenin kadınları mahzun olmasın diye karı kocalar yan yana yürümekten hicap etmişti... Kadın erkeğini ardı sıra takip etmişti.