Canı yanmadan ağlamak!..
"Şu büyükleri hiç anlamıyorum. Canları yanmadığı hâlde niye hemen ağlarlar bilmem!.."
Öğretmenim, kara kaplı, kocaman defterlerden kâğıtlara bir şeyler yazdı. Nüfus cüzdanımı zarfa koyup elime verdi. "Zarfı cebine koy, sakın düşürme" dedi. Elindeki kâğıtları yuvarladı. Üzerlerine paket lastiği taktı. Bir de mektup yazdı. "Bunları öğretmenlerine vermeyi unutma" dedi. Öğretmenimin elini öpmem gerektiğini biliyordum. Ellerine bakakaldım. Utandım, ya da çekindim. Koskoca öğretmen, çekinmez mi insan Ellerimi ellerine uzatamadım. Yürüdüm. Öğretmenim çok güzeldi. Çok iyiydi. Saçlarında ışıklar yanıp sönerdi. Gözlerinin içinde akşam yıldızı parlardı sanki. Nasıl anlatsam; boyu kapımızın önündeki vişne fidanına benzerdi, ince ve uzun. Döndüm, arkamdan gülümseyerek bakıyordu. Büyüklerin ellerini öpmeden gitmek ayıptı, biliyorum. Korkaklığıma kızdım. Başımı yere eğip koştum, ellerine sarıldım. "Gidip dönmemek; gelip görmemek var" değil mi Yüzümü ellerinin arasına aldı öğretmenim. Cebinden mendilini çıkarıp gözlerini sildi. Bana ağlıyor gibi geldi sanki. Ben, ona hiçbir kötülük yapmadım ki... Şu büyükleri hiç anlamıyorum. Canları yanmadığı hâlde niye ağlarlar bilmem. Başımı okşadı. "Sen, akıllı çocuksun, senin büyük adam olmanı isterim. Ayrılığımız bunun için" dedi.Eve gidip çantamı hazırladım. Çantamı annem branda bezinden dikti. Kitaplarımı koydum, defterlerimi, kalemlerimi, cetvelimi koydum gene de yer kaldı çantamda. Böyle bir çanta diktiği için anneme teşekkür ettim. Anacığım azığımı da hazırlamış yolda acıkırım diye. Babam elime bir de sopa verdi. Yolda çoban köpeklerine rastlarsam, sahiplerine seslenmeliymişim.