"Bu sana ilk ve son ikaz" yazıyordu
"Heyecanla açtığım İstanbul'dan gelen mektupta şoke eden tehdit dolu cümleler vardı..."
Kaderim beni hızla, sevdiğim evlenmek için hayaller kurduğum kıza doğru yaklaştırıyordu. Zira askerliğim onun yaşadığı şehre İstanbul'a çıkmıştı. Gelecek için planlar yapıp "gel tezkere gel" şarkısını söylüyordum. Her ne kadar sayılı gün tez gelir geçer deseler de sanki bizim için günler geçmiyordu teskere bir türlü gelmiyordu...Bin dokuz yüz seksen yılının eylül darbesinden birkaç ay öncesiydi. Bölük yazıcısı olduğumdan asker arkadaşlarıma gelen mektupları ben açıyor görevim gereği sakıncalı olanları ayıklayıp uygun olanları "ER MEKTUBU GÖRÜLMÜŞTÜR" damgasıyla damgalayıp erlere dağıtılması için gereğini yapıyordum...Bir gün yine böyle mektuplara bakmak üzere işimin başına geçmiştim. Ama enteresan olan mektuplardan birisi bana gelmişti. Adım yazıyordu mektubun üzerinde... Bir enteresanlığı daha vardı. Memleketimden gelmiyordu. İstanbul'dan geliyordu...Mektup beklediğim yerden değil de İstanbul içinden gelince ister istemez değişik hayaller kurarak heyecanlandım...Ama heyecanla mektubu açtığımda beklemediğim bir şokla, bir tehdit yazısıyla karşılaştım."Sen kendini ne sanıyorsun dağlı seni Sen kimsin, kız kardeşim kim O görgüsüz patavatsız hâlinle kardeşimi kendine nasıl layık görüyorsun Sen kendine ayağına göre ayakkabı bul koçum! Kız kardeşimin peşini bırak! Kardeşim kala kala sana mı kaldı Sen kendine kendi kasabanda çevrenden birini bul. Davul bile dengi dengine çalar. Bu sana ilk ve son ikazımdır.Dikkate almazsan sana o nizamiye kapısından çıkmak tezkere almak nasip olmaz. Benden hatırlatması. Karar senin!"