"Bilim mi, çene mi"

"Adamın yalnız çenesi değil, yüzü de şişti. Artık ağzını açmakta zorlanmaya başladı..."Bu anlattıklarımı fıkra gibi düşünebilirsiniz ama değil... Anlatacaklarım elli altmış sene önceki yaşananlardan bir kesittir. Size o yıllarda, köyümüzde dişlerin nasıl çekildiğini de anlatayım. Küçük dişlerimizi sallaya sallaya iplikle asılarak çekerdik. Azı dişleri bu yöntemlerle çekmek kolay olmuyordu. Onun için özel bir kerpeten gerekiyordu. Köyde ise tek bir kişide azı dişlerini çekmeye yarayan ve kerpetene benzeyen bir alet vardı. Bu alet aynı zamanda affedersiniz eşek, katır ve atların ayaklarına nal çakarken mıhları çekmeye, tırnaklarını kesmeye ve dişlerini çekmeye yarıyordu. Bazı günler aynı aletin dezenfekte edilmeden, hatta yıkanmadan, insanların dişlerinin çekiminde kullanıldığını hatırlarım. O zaman hijyen diye bir şey kimin aklına gelirdi ki.Her ne kadar son yıllarda diş doktorluğu Türkiye'de gelişti ve yaygınlaştıysa da yine de seyyar dişçiler(!) kim bilir belki de hâlâ Anadolu'nun bazı kasabasında ve köylerinde uzman(!) diş çekmekte olabilir.Enteresandır 1960'lı yıllarda Muş'ta staj yaparken, Muş Devlet Hastanesi'nde bir diş hekiminin diş çekişine şahit olmuştum. Hekim Varto'dan gelen bir hastanın azı dişini çekmek isterken diş kırıldı. Dişin kökünü tornavida ile çıkarmaya çalışırken, adamın ağzı şişti, postal gibi oldu. Adam doktora tedaviyi bırakması için sürekli yalvarıyordu.Hekim ise gururunu kurtarmak peşindeydi. "Buna bilim derler, bilim!" diye köylüye bağırıyordu. Adamın yalnız çenesi değil, yüzü de iyice şişti. Artık hasta ağzını açmakta zorlanmaya başladı. Hasta ağrıdan kıvranıyordu. En sonunda adam, canını doktorun elinden güçbelâ kurtardı ve doktora: "Bilim senin olsun, çene de benim" diye bağırarak ve onunla alay ederek odadan kendisini dışarı zor attı...Bizler ilkokulun birinci sınıfını bitirince, büyük bir aşama yapmış sayılırdık. Çünkü elli lira aylıkla, sadece okulun açık olduğu aylarda maaş alan ve emekliliği bile olmayan Ali Rıza isimli eğitmenden kurtulmuş, maaşı o zaman 147 lira olan bir öğretmen derslerimize girmeye başlamıştı. "Bunda ne var" diyebilirsiniz. Önce elli lira aylık alan bu fedakâr eğitmenler, aynı durumda olan ziraat teknisyenleri, sağlık memurları, ebeler bu ülkeye büyük hizmetlerde bulunmuşlardır. Onların elli lira olan maaşları halkın gözünde çok büyük bir rakam olsa da ülkeye yaptıkları hizmet, para ile ölçülemez. Umarım geleceğin eğitim tarihçileri bunları değerlendirir.