"O anı hiç unutmuyorum. Babamın gözleri parladı, sesi titredi. Sanki gökyüzünden yıldız istemiştim..."
Bazı insanlar dünyayı gözleriyle görmez. Onlar hissederek yaşar, sezerek yol bulur. Bazı babalar vardır ki yalnızca evlatlarının karnını doyurmaz; hayallerini de doyurur, dualarını da büyütür. İşte ben, böyle bir babanın evladıyım.İlkokul yıllarındaydım. Doğuştan görme engelliydim. Ama içimde ışıl ışıl bir arzu vardı: Kur'ân-ı kerim okumak... Gören çocuklar gibi bakarak değil, ellerimle hissederek Harfleri dokunarak tanımak, âyet-i kerimeleri parmaklarımla çözmek istiyordum. O dönemlerde Türkiye'de henüz Braille (kabartma) Mushaf-ı şerif basılmamıştı. Takvimler 1992'yi, 1993'ü gösteriyordu. Kendi içimde küçük bir dünya kurmuş, orada Allah'ın kelamını arzuluyordum. Bir gün, o saf çocuk diliyle babama şöyle dedim:"Benim de kabartma Kur'ânım olsa baba"O anı hiç unutmuyorum. Babamın gözleri parladı, sesi titredi. Sanki ben bir kitap değil de gökyüzünden bir yıldız istemiştim. Ama o, o yıldızı bana getirmeye karar verdi."Olur oğlum, buluruz inşallah" dedi...O günden sonra mahallede bir seferberlik başladı. Herkes bu çocuğun Kur'ân okuma hayalini konuşur olmuştu. Kimisi bir simit parası getirdi, kimisi bir günlüğüne kazandığını Kimisi dua etti, kimisi posta masrafını karşıladı. Küçücük bir mahallede büyük bir Kur'ân zinciri kurulmuştu. Çünkü mesele sadece bir çocuğun kitap okuması değil; Allah'ın kelamıyla buluşmasıydı.Türkiye'de kabartma Mushafhenüz basılmamıştı. Babam Kur'ânı bulmak için farklı yerlere gitti, Konya Müftüsü dâhil birçok din adamıyla görüştü. Hatta değerli Tahir Büyükkörükçü hocamızla bile bu konuda görüşmeler yaptık...