"Benim dedemin üç mezarı var!.."

"Bu kahreden olayı duyan Müşir Zeki Paşa hemen Varto Hınıs bölgesine asker gönderir..."

Hamidiye Alaylarında yaşanan acı hatıraları anlatmaya bugün de devam ediyorum...

Oğlu Abdullah babasının bu ısrarı karşısında ağlamaklı hâlde cevap verir:

"Babacığım başın olmasa da senin o güzel boynundan tanırım" der. Der ama babasının ezbere konuşmadığını düşünür. Çünkü babası Hacı Haydar el-Kersî, Mevlâna Halid-i Bağdadi Hazretlerinin halifesi Seyyid Ali Septi Hazretlerinin de gözde halifesidir. O güne kadar babasının çok hâl ve kerametlerine şahit olmuştur.

Nitekim Hacı Haydar el-Kersî, 1895 yılında gizlice Varto'da Ermeniler tarafında şehit edilir. Cesedi de kaybolsun diye üç parçaya ayırırlar. Bir parçasını şömineye saklarlar bir parçasını Erzurum'un Hınıs ilçesi Halil Çavuş köyüne atarlar. Bir parçasını da Hınıs'ın Kızıl Ahmet köyüne atarlar. Şeyh Abdullah günlerce kayıp babasın arar bulamaz, öldürülmesinden korkar ama ölü mü diri mi kimsenin malumatı da yok...

Şeyh Abdullah bir gece babasını rüyasında görür. Babası "oğlum Ermeniler cesedimi üçe böldüler. Bir bölümünü şöminede kazanda kaynatıp yaktılar ama cesedim yanmadı oraya gömdüler. Bir bölümü Halil Çavuş köyünde diğer bölümü de Kızıl Ahmet köyünde dere kenarındadır, her parçamı olduğu yere defnet" der.

Şeyh Abdullah sabah erkenden adamlarını toplar, silahlanırlar. Babasının rüyada tarif ettiği yerlere gider. Şömineli ev bir Ermeni'ye aittir, gider bakarlar kapısı kilitli, kaçıpgitmişler... Babasına cesedine ait üç parçayı da bulur defneder...