Avrupa ülkelerinin kanlı uluslaşma tarihi!

Şu Tanrı'nın işine bakın...

Bu sütunda defalarca "Yeni Dünya Düzeni" adı altında dünya imparatorluğu kurmak isteyenlerin "ulus-devlet modelinden niçin nefret ettiklerini", ama iş kendilerine dönünce Avrupa Birliği içinde dahi nasıl bir ulusalcılık güttüklerini, üstelik İngiltere örneğini vererek anlatmıştım!

Ve yalnızca birkaç yıl önce, İngiltere halkının yüzde 52 oy oranıyla AB'den ayrılma isteği kesinleşti... Ayrılmayı savunanlar zaferle çıktıkları referandumun ardından sevinçlerini şu iki cümleyle vurguladılar:

- İngiltere'yi geri aldık... 23 Haziran "bağımsızlık günümüz" olsun!

Bakın şu işe; dünyanın önde gelen emperyal ülkelerinden birinin mensupları, AB'den ayrılmayı başardıkları için, "ulus-devlete" yeniden kavuştukları için bayram ediyorlardı... Sizce de bu işte bir terslik yok muydu

- Yoktu!

Anımsayacak mısınız bilmiyorum; aslında Lenin'e ait olan "ulusların kendi kaderini tayin hakkı" söylemi 1920'lerin başında ABD Başkanı Wilson tarafından "halkların kendi kaderini tayin hakkı" olarak dile getirildiğinde, İngiltere, Almanya, Fransa, İtalya gibi büyük devletler uluslaşmalarını tamamlamışlardı.

Wilson, Lenin'e ait olan bu erdemli sloganı kurnazca değiştirerek kullanırken, aslında hiç de erdemli şeyler düşünmüyordu!

Yeni oyun artık "mikro-milliyetçilik" ve "mezhepsel ayrılıklar" üzerinden kurgulanacaktı... ABD 2. Dünya Savaşı'ndan sonra bu cingözlüğü iyice "sofistike" hale getirerek, yeni bir "sömürgecilik" tesis etmek için kullandı...

- Siyaseten bağımsız, ekonomik olarak sömürge ve yerli işbirlikçilerin işbaşına getirildiği sözde bağımsız ülkeler yaratıldı!

Dünya paylaşım savaşları!

Bildiğiniz gibi sömürgecilik ve "beyaz adam uygarlığı" masalı 16'cı yüzyılda Rönesans ve reformlarla birlikte sahaya sürüldü...

Yüzyıllar süren, yüz milyonlarca insanın ölümüne, on milyonlarca kara derili, alaca renkli halkın köleleşmesine ve tüm zenginliklerin Batı'ya akmasına, olağanüstü zenginleşmesine neden olan bu süreç; 1789 Fransız Devrimi'nden sonra "Tarım imparatorluklarının" yavaşça sahneden çekilmesini, Burjuvanın "milli devletler" kurmasını, kapitalizmin dünya gündemine oturmasını ve sonunda da emperyalizm aşamasına ulaşmasını sağladı...

Gerçi ulus-devlet sahneye çıkmıştı ama yalnızca "efendiler" için! Sömürgecilik, işgal, halkların ezilmesi şiddetli bir şekilde sürüyordu... 20. Yüzyıl'ın başında uluslaşmakta geç kalan Almanya'nın sömürge istemesi Birinci Dünya Savaşı'nı başlattı. O savaş içinde Rusya'da 1917 Büyük Ekim Devrimi patladı. Rus Çarını kurtarmaya giden İngiltere ve Fransa'yı Çanakkale'de durduran ise Türklerdi!

Çalkantılı geçen, faşizm ve Nazizm'in damgasını vurduğu 20 yıllık bir süreçten sonra ise 2. Dünya Savaşı başladı. Batı, 65 milyon insanın yaşamını yitirdiği, Avrupa ülkelerinin başta İngiltere olmak üzere iflasa sürüklendiği bu savaş sonrası liderliğini ABD'nin aldığı yeni bir dünya düzeni kuruluşu başlatıldı. 1945 Şubat başında toplanan Yalta Konferansı'na yalnızca üç ülke katıldı. ABD, Sovyetler ve İngiltere... Savaş henüz sürüyordu ancak sonuç belli olmuştu. Şimdi dünyayı paylaşma zamanıydı! Öyle de yaptılar; böylece dünya iki kampa ayrıldı:

- ABD kontrolündeki "Hür dünya", Sovyetler Birliği'nin başını çektiği "Sosyalist kamp."

"Yeni Roma İmparatorluğu!.."

Savaşın ardından Yalta'da alınan kararlar bir bir uygulandı. Sonrasında da "Soğuk Savaş" yılları başladı. Paylaşım savaşından büyük prestijle çıkan Komünist partilerin iktidarlarını engellemek için ABD ve İngiltere özellikle Fransa ve İtalya'da akıl almaz oyunlara başvurdu; öyle ki, Yunanistan'da iç savaş bile çıkarıldı...