Günah çıkarmanın dayanılmaz hafifliği!

Perşembenin gelişi çarşambadan belliydi zaten...

Tee, 2013'te iktidar tarafından tarihin çöplüğüne gönderilen "paydaş aydınlar" yıllarca arka planda kaldılar... Bir kısmı iktidara biat etti... Bir bölümü yurtdışına gitti, bir bölümü tamamen sessizliğe gömüldü... İktidara öfkeli kimileri de FETÖ'nün yanında yer almayı tercih etti!

Son grupta yer alanların bazıları bu tercihin bedelini Silivri'de "misafir edilerek" ödedi! Aradan yıllar geçti; iktidarın zayıfladığı, tel tel döküldüğü, bu nedenle de oylarının eridiği bir süreç başladı...

Bu durum, bir zamanlar iktidarın paydaşı olan, sonra "raf ömürleri dolduğu" için çöplüğe gönderilen bu "aydın" etiketli muhteremlerin yeniden hayata dönmek, yeni oluşacak güce ortak olmak için harekete geçmelerinin de miladı olarak geçti tarihe!

Mesela, bunlardan biri, Prof. etiketli Murat Belge, ilk önce, "nasıl da kandırıldıklarını" itiraf ederek çıktı sahneye! Sonra, İngiltere'deki tanıdıklarından aldığı referans mektubuyla Risk Altındaki Akademisyenler Konseyi'ne başvurduğu ve Oxford Üniversitesi'ne kabulünü istediği ortaya çıktı! Yaptığı bir söyleşide ise aynen şunları söylediğine tanık olduk:

- Atatürkçü kesime daha yakınım!

"Aldatıldık" korosu!

Bu çıkışlardan sonra arkasının daha güçlü geleceği de aşikardı elbette...

Öyle de oldu tabii; "Paydaş" takımın ileri gelenlerinden birkaçı, yıllar önce Paris'te düzenlenen "Batı Karşısında Osmanlı İmparatorluğu ve Türkiye" başlıklı bir panele katılmışlardı. Önce bu pek değerli aydınlarımızın isimlerine bakalım:

- Orhan Pamuk, Nilüfer Göle, Edhem Eldem, Seyfettin Gürsel.

Gördüğünüz üzere, hepsi üstün yeteneklere sahip, şöhretli kişilerdi! Bu arkadaşların tümüne birden gayet basit ama anlamı büyük bir soru yöneltildi. O soruyu da paylaşayım:

- 2010 yılında Anayasa referandumuna 'Yetmez ama evet!' deyip oy vererek, Türkiye'nin bu günlere gelmesine katkı yaptınız. Pişman mısınız

Bu soruya verilen yanıtlar, insanın içini burkan, "Türk aydını" olarak lanse edilen bu kişilerin ortak sefaletini acımasız bir şekilde yansıtan nitelikteydi! Orhan Pamuk'un, Türkiye'nin "Nobel ödülü" kazanmış tek yazarının sözleriyle başlayalım:

- Ben bu soruyu yanıtlamaktan kaçınıyorum. Çünkü milliyetçi laik çevre ve kurumlar tarafından çok fazla cezalandırıldım ve işkence gördüm. Belki Paris'teki şu vaktin tadını çıkarmalıyım. Diğer soru lütfen

İşte bu kadar! Halbuki bu "ünlü yazar" Nobel ödülüne uzanmadan önce pek cesurdu, Avrupa çevrelerinde katıldığı toplantılarda gayet açık ve net bir şekilde şöyle diyordu:

- 1 milyon Ermeni'yi, 30 bin Kürt'ü öldürdük!

Demek ki, büyük ödül kazanmak, kişide korku sendromu yaratabiliyormuş! Birazdan bu kişiye döneceğim...

Bir de ünlü akademisyen, yıllardır Türkiye'den uzak Fransa'da yaşayan Nilüfer Göle ne demişti ona bakalım:

- O dönemde, Türkiye'nin AB üyeliğine inanıyorduk. Büyük bir coşku, mutluluk içindeydik. Bazı şeyleri değiştirebileceğimizi düşünüyorduk. Mesela Ermeni soykırımının tanınması, Kürt sorununun çözülmesi tartışılıyordu. İdam cezası kaldırılmıştı. Bu mutluluk döneminde büyük bir dinamik vardı...

Göle, "aldatıldık" diyemediği için olsa gerek o dönemi "mutluluk" olarak anlatıyor,"Ne kadar da "öfori" yani mutlu, umut dolu gelişmelerdi" diyerek ellerini yıkayıveriyordu!

"Kullanışlı aptallar dönemi!"

Panelin düzenleyicisi Edhem Eldem daha rasyonel savunuyordu durumu: