?Geldikleri gibi giderler!
Büyük Devrimci Mustafa Kemal'in, tarihin altın sayfalarına kazınan sözleriydi...
Tarih 13 Kasım 1918. Yıldırım Orduları Komutanı Mustafa Kemal, yanında yaveri Cevat Abbas'la birlikte Haydarpaşa Garı'nda trenden indiğinde saatler 12.45'i gösteriyordu. Adana'dan İstanbul'a üç günlük yolculuğun yorgunluğuyla yürümeye başladıklarında, aralarında Yunan Kruvazörü Averof'un da bulunduğu 55 parçalık Müttefik (işgal) donanması Haydarpaşa önlerinden İstanbul'a doğru ilerliyordu. Karşıdaki sahil şehrin Rum ve Levanten ahalisinin sevinç çığlıklarıyla çınlıyordu... Düşman donanmasının Boğaz'a giriş töreni nedeniyle deniz trafiği durdurulmuş, bir Türk heyeti amiral gemisine çıkarak işgalcilere "Osmanlı Hükümeti adına hoş geldiniz" demişti. Daha sonra işgal gemilerinden karaya çıkacak 3500 kişilik bir kuvvet, İstanbul'un stratejik noktalarına yerleşmeye başlayacaktı!..
Mustafa Kemal, kendisini karşılamaya gelen Rasim Ferit ve yaveri Cevat Abbas'la birlikte Haydarpaşa Garı'nın köşesindeki çayhanede saatlerce, büyük bir üzüntüyle düşman donanmasının Boğaz'a yerleşmesini seyretmek zorunda kaldı... Bir ara dudaklarından, "hata ettim, İstanbul'a gelmemeliydim. Bir an önce Anadolu'ya dönmenin çaresine bakmalı" sözleri döküldü... Ancak öğleden sonra saat 3 sularında küçük Kartal İstimbotu ile dev boyutlu düşman zırhlılarının arasından Sirkeci'ye geçerken güvertede bir sigara yaktı. Birkaç nefes alıp, bakışlarını Boğaz'ı kaplayan çelik yığınlarının üzerinden ufka çevirdi ve yaverinin duyacağı şekilde, kendinden gayet emin, o tarihi sözlerini söyledi:
- Endişelenme, geldikleri gibi giderler!..
Kurtuluş Savaşı henüz hiç kimsenin hayalinde dahi yoktu!..
Cebren ve hile ile aziz vatanın...Dediği gibi de oldu...
Bu sözlerin söylendiği tarihten yaklaşık 4 yıl sonra, 1922 Ağustos'unda, düşman kesin yenilgiye uğratıldı... 6 Ekim 1923 tarihinde, yani 5 yıl sonra da Boğaz'daki işgal gemileri geldikleri gibi defolup gittiler!..
Büyük Devrimci, hiçbir şeyin bitmediğini, aslında her şeyin yeni başladığını biliyordu: 11 milyonluk yoksul, sıtma ve trahomadan kırılan, okuma yazma oranı yüzde 3-4 civarında, 600 yıllık kulluktan gelen bir halk, yetişmiş nüfus önce Çanakkale sonra Kurtuluş Savaşı'nda kırılmış, kişi başına düşen milli gelir 0 (yazıyla sıfır!)... Vee, bütün dünya Türkiye Cumhuriyeti'nin daha kaç zaman dayanacağının hesaplarıyla meşgul!..
İşte 10 yılda böyle bir tablodan, başı dik, onurlu bir ulus yaratıldı... Aydınlanma Devrimi'nin art arda gelen başarılarına karşın, Mustafa Kemal, 1927 yılında, Meclis'te, günde altı saat olmak kaydıyla, 6 günde okuduğu NUTUK'ta, milleti şöyle uyarıyordu:
"... İstiklal ve Cumhuriyetine kastedecek düşmanlar, bütün dünyada emsali görülmemiş bir galibiyetin mümessili olabilirler. Cebren ve hile ile aziz vatanın, bütün kaleleri zapt edilmiş, bütün tersanelerine girilmiş, bütün orduları dağıtılmış ve memleketin her köşesi, bilfiil işgal edilmiş olabilir..."
Mustafa Kemal, "İktidara sahip olanların da şahsi menfaatlerini, ülke üzerinde vesayet kuranlarla birleştirebileceğini, milletin fakir, zayıf, hatta bitap düşmüş olabileceğini" de işaret ediyordu...
Dediklerinin hepsi bir bir gerçekleşti! 2. Dünya Savaşı'ndan sonra emperyal devletler, geri kalmış ülkelerin gelişmelerini engelleyerek, ekonomik yaşam damarlarını ele geçirip pazar haline getirerek sömürme yolunu seçti. Liberalizm masalıyla, gümrüklerini ardına kadar açmaya teşvik ederek, borç tuzağıyla kendine bağladı. İktidara hep kendi istediği siyasiler geldi, getirildi, ne tesadüf değil mi!