Demiryollarının kara yazgısı! (2)

Demiryolları ile ilgili olarak, bugün sevgili arkadaşım, gazeteciMeriç Köyatası'nın yıllardır özenle sakladığım "Sanayi devrimi, kapitalizm, emperyalizm ve trenler üzerinde bir gezinti" başlığı altında kaleme aldığı, benim yazımı tamamlayan, bütünleyen son derece ilgi çekici rakam ve gözlemlere dayanan yazısını paylaşmak istiyorum sizlerle...

Meriç, öncelikle demiryollarının iki yaşamsal yüzünden söz ediyor; bir yanıyla, bir ülkenin bağımsızlığının, gelişmesinin olmazsa olmaz temel ögelerinden olduğunun altını çiziyor, diğer yandan ise emperyalizmin elinde nasıl bir sömürü aletine dönüştüğünü anlatıyordu! Gelin biraz kısaltarak, biraz da yorumlayarak bakalım bu ilginç ve bilgi dolu yazıya...

Meriç, İngiltere'deki "Sanayi Devrimi"ne açılan yolu anlatırken buharın gücünün keşfi, buhar makinesinin süreci nasıl kısalttığını anlatırken şu noktaya dikkat çekiyordu:

- 1825 yılında İngiliz mühendis George Stephenson, buhar makinesini, kömür dolu vagonlara bağladı ve bu vagonları 20 km. uzaktaki limana taşıdı.

Bu aslında müthiş bir çığır açan küçük bir başlangıçtı! Aradan 5 yıl geçtikten sonra, 1839 yılında ilk ticari demiryolu hattı Liverpool-Manchester arasında döşendi... Sadece 20 yıl sonra ise İngiltere'nin binlerce kilometrelik demiryolu ağı vardı!

1850 yılında Batı ülkelerinde demiryolu ağı 40 bin km'yi aşmış, 1880'de ise 350 bin km'ye ulaşmıştı! Bu gelişme ne anlama geliyordu peki..

Sömürge sahibi ülkelerin, hammadde kaynaklarını üretilen yerlere, üretilen malları pazarlara, işgal kuvvetlerini ve lojistik destekleri sömürgeleştirilen ülkelere çok daha düşük maliyetle ve güvenli şekilde ulaştırmaya başladığı anlamına geliyordu...

- Sömürü artık daha kolay, daha ucuzdu!

Osmanlı ve Asya bu işi neden beceremedi

1700'lü yılları başında bulunan buhar makinesi, demiryolu ve buharlı trenler aslında taklit edilmesi zor şeyler değildi.

- Avrupa ve Amerika'da kısa zamanda devreye girdi!

Üstelik o sıralarda Asya ile Avrupa arasında henüz teknolojik bir uçurum da yoktu... Ayrıca o tarihlerde Osmanlı İmparatorluğu, İran'da Safevi Devleti, Hindistan'da Babür Devleti, Çin'de Ming ve Qing Hanedanlıkları dünya ekonomisinin yüzde 80'ini kontrol ediyordu, askeri olarak da güçlülerdi... Oysa önce buhar makinesini sonra da treni yalnızca seyrettiler!

- Çünkü aradaki farkın sırrı mantalite ve örgütlenme biçimindeydi!

Batı, denizcileri, askerleri ve bilim insanlarıyla sömürge seferlerine çıkıyor, bir avuç adamla deniz aşırı topraklara el koyuyor, sömürüyor, Doğu ise seyrediyordu! 1950'lere gelindiğinde Avrupa ve ABD dünya ekonomisinin yüzde 50'sini kontrol ediyordu... Bugün ise dünya siyasetinin çok önemli bir bölümünün kontrolünü elinde tutuyor!

Osmanlı'da demiryolları tümüyle yabancıların kontrolündeydi... Türkiye Cumhuriyeti kurulduğunda ise demiryollarının yaklaşık 4 bin kilometresi Anadolu topraklarında kaldı. Cumhuriyet, hem demiryollarını millileştirdi, hem de hammadde kaynaklarının üretim merkezlerine ve limanlara ulaşması, ekonomik kalkınmanın başarılması ve ülkenin dört bir yanını Başkent Ankara'ya bağlamak ve asayişi sağlamak için kıt kaynaklarına rağmen büyük bir demiryolu hamlesine girişti...