Bu aile bunu hep yapıyor!
Baba ve iki oğlu hemen her konuda "eksantrik" takılmayı pek seviyor... Örneğin üçü de Türklerden üçüncü çoğul şahıs olarak, yani "onlar" diye söz etmekten çok hoşlanıyor. Baba da, Prof. Olan oğlu da, aşk romanları yazarı olan mahdumu da yakın tarihle dilediği gibi oynamaktan ayrı bir haz alıyor!
Baba, döne döne "bu milletin adam olamayacağı, Türklerin kendini idare etmekten aciz olduğu" tespitini yaptıktan sonra yazısını hep aynı müjdeyle bitiriyor:
- Merak etmeyin, Batı, bu kez Türklerin 21. yüzyılı ıskalamasına izin vermeyecek. Batı Türkleri adam edecek. Enseyi karartmayın...
İkinci cumhuriyetçi Prof. oğul, kalemi eline her aldığında "70 yıllık zulüm"den dem vurup, "sömürge olmanın erdemleri" üzerine bilimsel(!) makaleler döşeniyor. Sakın abarttığımı sanmayın, Mehmet Altan özetle aynen şöyle yazmıştı.
- Afrika'daki Fransız sömürgesi Müslüman Comoros adaları referanduma gitti. İkisi bağımsızlığı seçti. Biri sömürge olarak kalmaya karar verdi. Bağımsız adalar yoksulluk, siyasi kaos ve askeri darbeler içinde çırpınırken, sömürge ada mutlu, müreffeh yaşıyordu. Sonunda diğer iki ada isyan bayrağını açtı, "tekrar sömürge olmak istiyoruz" sloganlarıyla mitingler düzenlemeye başladı!
Boynuz kulağı geçer misali, şöhret konusunda babasını gölgede bırakan roman yazarı mahdum ise ailenin en radikal üyesi... Ancak ne hikmetse tüm sivri çıkışlarını romanı piyasaya çıkarken yapıyor. Örneğin, "İsyan günlerinde Aşk" romanı daha vitrinlerde yerini almadan, öykünün ana teması aşkı bir kenara bırakıp, "31 Mart ayaklanması"nı öne çıkarmıştı. Yazara göre 31 Mart, bir "irtica kalkışması" değil, bir "askeri ayaklanma"ydı... Dinci medyanın ve ikinci cumhuriyetçi takımın engin desteğini alan yazara 31 Mart'ın "gerici bir askeri ayaklanma" olduğu belgeleriyle anlatıldı, o da sustu. Ama istediğini de aldı, "İsyan Günlerinde Aşk" iyi sattı...
- İşte Altan ailesi!
Kitap satışına Lozan'ı alet eden yazar!..Ahmet Altan sonraki romanında da yine aynı numarayı yaptı...
Tabii, daha roman piyasaya çıkmadan, Ahmet Altan ortaya çıktı... Gazetelere, dergilere aşk, kadın, cinsellik üzerine demeçler verdi... Yetmedi, Hülya Avşar'la dans edip birinci sayfalara sıçradı. Kısacası romanı için her türlü reklamı yaptı, devir artık reklam devriydi tabii...
Ama Ahmet Altan'a bunlar da yetmedi! O daha sivri, daha polemik yaratacak bir şey yapmalıydı... Altan, bunu da becerdi; bu kez romanında yan unsur olarak bile yer almayan bir konuyla gündeme düştü... Üstelik bu defa Türkiye Cumhuriyeti'nin kuruluş belgesine, Lozan Antlaşması'na dil uzattı. Üstelik, hiç utanıp sıkılmadan yalan söyledi! Tarihi tahrif etmek de biraz bilgi, biraz altyapı ister. Bu muhterem Lozan'a bakın nasıl saldırdı:
- Son 300 yılda kazandığımız bir savaş yok. İnsanlık tarihinin en büyük toprak kaybı anlaşması Lozan'dır. 5 milyon kilometrekareden 700 bine indik. Yani 4 milyon 300 bin kilometrekare toprak kaybımız var. Yeryüzünde 4 milyon metrekare toprak kaybedip o anlaşmayı sevinçle karşılayan tek toplum biziz.
Şimdi, bu konuşmayı neresinden tutacaksınız!.. İftira bile biraz akılcı olmalı değil mi Sevgili Işık Kansu bu zata şöyle yanıt vermişti:
- Okuma yazması olan herkes bilir ki, Osmanlı'nın en büyük toprak kaybı Amerikalı tarihçi Paul C. Helmreich'in 'Paris'ten Sevr'e' adlı çalışmasındaki tanımla "19. yüzyıl emperyalizmi çerçevesinde Osmanlı'nın paylaştırıldığı" Sevr antlaşmasıydı!