Siyonizm her yerde özellikle de beynimizde

Nörobilim uzmanı değilim. Beyin bilimi uzmanlarına hakaret olur. Ben iletişimciyim. Ama artık günümüzde bir bilimsel alanın yekpare olmadığı disiplinler arası geçiş olduğu muhakkak. İletişim derken salt kuramlardan bahsetmek ve psikolojiyi beynimizin algılama kısmı gibi önemli alanları atlayamayız. Çok eksik kalır ve işimize ihanet olur hatta muhataplarımızı kandırmak olur. Çok katmanlı alanların iç içe geçtiği ve birbirini etkilediği bir dünyadan bahsediyorum. Burada yine devreye iki niyet giriyor. Taraf seçmek ve kolaycılığı bırakmak zorundayız. Ya iyiden yana ya da kötüden yana olacağız. Arası kalmadı.

PANZEHRİN PEŞİNDE

Her şeyin içine nüfus etmiş bir kötülükle karşı karşıyayız. Ama en büyük kötülüğü de bizi sindirerek, normalleştirerek ve tepkisiz bırakarak yaptılar. Gençlerimize ve çocuklarımızı uyuşturmak suretiyle tepkisizleştirdiler. Ya da tam tersi tepkiyi doğru yere değil de gençliğin otoriteye bin yıllardır olan tepkisini kullanarak yönlendirdiler hatta yönlendiriyorlar. Çünkü aktif bilinçler sistematik bir halde sindirildi. Son on beş yıldır bunu çok güçlü bir şekilde yapıyorlar. Aralarından sıyrılan ve ışığı bu örgütlüğü kötülüğe çeviren olursa da karşı tarafın dikkatini çekmeyi zaten başaramıyorsunuz. Nedeni çok basit; sindirilmiş beyinler. Başta herkesin yalan olduğunu bildikleri şeyler için bile bir süre sonra tepkisiz kalınabiliyor. Çünkü insanı konfora alıştırdılar. Öyle ki kılını kıpırdatmak istemeyen bir insanlık var ortada. Konuşanlar da konuşuyor icraat yok. Dedim ya bunu yapanlar çok bilerek işin bilim kısmını keşfettikleri için rahatlıkla uyguluyorlar. Yani anlayacağınız öyle bir kıskaç altındayız ki panzehrini iş işten geçmeden bulmak zorundayız. Aslında dünyamızın şu anda yaşadığı bu zehrin akıtılmasıdır. İnsanlık öyle bir zehirlendi ki panzehrini bulamazsak hep birlikte yok olacağız.

SİSTEMATİK KÖTÜLÜĞE KARŞI

Bu sistemli kötülüğe karşı elimizi kaldıranlardan olmak zorundayız. Başarabilir miyiz bilmiyorum Ancak nerede olmak hangi tarafta durmak istediğimi biliyorum. İşte bu bilinç lazım bize. Esas olan bu bilincin aktive olması. Çünkü sıkıntı bilinçlerin kilitlenmiş olması. Bu konuda nörobilim uzmanlarından sık sık tavsiye almalıyız. Hayatımızın her alanında yaptığımız her işte bu tavsiyeler çok önemli. Hormonlarla nasıl oynayacaklarını bilen bir sistemli kötülükle karşı karşıyayız. Yiyecekten içeceğe, dijitaldeki ekran sürelerine hatta müziğin frekansından insanları yönlendirdiklerini artık biliyoruz. Hormonları alt üst ederek gençleri, nesilleri nasıl bozduklarını görüyoruz. Bunları bir takım janjanlı kılıfların içine sokarak algı yarattıklarını biliyoruz. İşte biz burada nerede ne yapmalıyız Teknoloji bu kadar ilerlerken biz savunma sanayiinin de dışında nerede nasıl önemler alıyor, nesillerimizi ve onları yetiştirenleri nasıl bilinçlendiriyoruz Bu sorulara içinde bulunduğumuz aile yılının şu son günlerinde cevap bulabilmeliyiz.

BOYKOT DİYORSUN

Boykot diyoruz ne olacak yani diyor. Onu diyorsun 'e napalım' diyor. Bilinçler öyle kilitlenmiş ki açamıyorsun bu kilidi. Anahtarının ne olduğu aslında belli. Nefsimize muhalefet etmek. Siyonizm nefsimizin istediğini yapmaya göre plan düzenliyor. O şekilde kitleleri uyuşturuyor. Nefsine karşı gelecek mekanizmaları kurmak lazım. Her yerden panzehri akıtmak lazım. Hep birlikte düşünelim kim ne yapabilir Elimizi taşın altına koyma zamanı. Siyonizm denilen bu zehri beynimizden atma zamanı geldi de geçiyor.

Artı Eksi

Artı

Örnek bacılar

Geçtiğimiz günlerde dernek veya benzeri yerlerden çok daha sistemli ve özenli, özverili çalışan hanımların mekanına davet edildim. Tamamen gönüllü hanımlardan oluşan bu grubun yardım faaliyetlerine hayran kaldım. İçli köfteden tutun da hazırlanıp derin dondurucuda uzun süre saklanabilecek fasulyeden, barbunyaya, sarma ve yufkaya kadar her şeyi özenle hazırlayıp satıyorlar ve elde ettikleri gelirleri ihtiyaç sahiplerine ulaştırıyorlar. Bu bazen bir yetim bazen bir dul kadın bazen engeli yüzünden işsiz kalmış bir babanın ailesine yardım olabiliyor. Ya da Afrika'ya yetim sofraları açabiliyorlar. Veya Gazelli kardeşlerimize giyecek temin ediyorlar. Tamamen hayra yönelik çalışan bir hanımlar topluluğu. Adları, sanları yok. Tamamen fisebilillah çalışıp dünyanın herhangi bir yerindeki ihtiyaç sahiplerine yetişiyorlar. Çalışkanlıkları ile inançları ile tam bir Baciyanı Rum onlar. Allah sayılarını arttırsın.

Eksi

Yere izmarit atma

Yine yolda yürüyorum. Önümden giden mütedeyyin görünümlü bir hanım bir anda içtiği sigarasını yere atıverdi. Az önüme düştü. Söndürmeden öylesine atıverdi. Ben hemen seslendim. Bunu kabul edemezdim. Hanımefendiye nazikçe izmaritini yerden almasını söyledim. Kendisi de oldukça mahcup bir şekilde yerden aldı ver uygun bir yer aradı atmak için. Yollarda o kadar çok izmarit görüyorum ki, önümde yanımda karşımda bir anda sigarasını bitirip fırlatıp sokağa hepimizin ortak kullandığı yere atan o kadar çok ki.. Ne diyeceğimi hangisini uyaracağımı şaşırıyorum. Gerçekten duyarsızlık mı Kimse ceza almadığı için mi bu davranışlar Aile görgüsüzlüğü mü Hanzoluk mu Anlamış değilim Uyarsan başın belaya da girebilir. Çünkü herkes öyle bir tahammülsüz olmuş ki başına iş de alırsın. Ama ben gözüme kestirdiklerimi kibarca uyarıyorum. İşe yarıyor o an. Ama devamında ne yaptığını bilmiyorum Herkesin başına bir polis dikemeyiz ki Ya da herkese ceza mı kesilecek Biliyor musunuz eskiden İstanbul'a öyle bekar erkeğin girip de boş boş gezmesi yasakmış. İş için bile gelse izin kağıdı alacak. Alsa bile her gün gelip imza atacak. Ona rağmen zaptiyeler tarafından izlenirmiş. İstanbul ah İstanbul..

Dış Dünyadan

Alman basınında Türkiye

Papa 14. Leo'nun iki günlük Türkiye ziyareti sona erdi. Kendisi pazartesi günü Lübnan'a hareket etti. Bilindiği üzere 14. Leo'nun Papa seçildikten sonra bu ilk yurt dışı seyahatiydi. Bilhassa Alman basınından takip etmeye çalıştığım bu seyahatte iki cümle çok dikkatimi çekti. Frankfurter Allgemeine gazetesi her zaman olduğu gibi Türkiye ile ilgili tuhaf yorumlar yapmaktan geri durmuyor. Bazen diyorum ki onlarca yıldır Türklerle yaşayan Almanlar bizi bir türlü tanıyamadılar mı yoksa bilinçli mi yapıyorlar bilmiyorum Daha önce Erdoğan'ın batı basınında defalarca olumsuz şekilde kapağa taşındığını unutmadık. Diktatör başlığı Erdoğan fotoğrafıyla daha dün gibi gözümün önünde. Evet gazete Papa'nın yoğun programını sıralarken haber şöyle ilerliyor; "180.000'den fazla inananıyla Türkiye'deki Hristiyan cemaati, yaklaşık 85 milyonluk bir nüfusa sahip ülkede küçük bir azınlıktır. Din özgürlüğü Türk anayasasında güvence altına alınmış olsa da uygulamada sınırlıdır". Bu son cümleye katılabilir miyiz Fatih Sultan Mehmet ile özellikle İstanbul'un fethi ile farklı dinlere tanınan hoşgörü ortamının dillere destan olduğu fermanlarla sabit. Günümüzde de kilisesiyle, okullarıyla her şey ayan beyan ortada. Hatta yılbaşına yakın İstanbul'un bazı semtlerinde kendimizi Hristiyan bir ülkede zannedecek kadar aşina ortamlarda oluyoruz.

Frankfurter Allgemeine gazetesi aynı zamanda Erdoğan'ın Papa'yı oyuna getirmeye çalıştığını ifade ederek manipülatif bir dil kullanmış. Şöyle ki;" Erdoğan, Leo'nun ziyaretini Ortadoğu çatışması konusunda ortak bir mesaj vermek için kullanmayı planlıyor. Papa ise oyuna gelmiyor ve Hristiyanlara karşı hoşgörüyü savunuyor". Hale bakın. Ortadoğu çatışması dedikleri İsrail'in Gazze'de uyguladığı vahşetten bahsediyor. Öyle basitleştirmekle geçiştirilecek bir olaymış gibi sadece Ortadoğu deyip geçivermek Alman basınına yakışırdı. Bu metinler bu cümleler okuyucu tarafından okunurken algıya sebebiyet veriyor. Bunlar bilinçli yapılıyor. Gerçeği ısrarla görmek istemeyen kafalar böyle yüzeysel cümlelerle Gazze'de yaşananları örtbas etmeye çalışıyorlar. Ama her şey iki yıldır sosyal medyadan zaten avuçlarımızın içinde. Artık ne yapılsa boş. Bu yüzden gazete okuyucusu tek taraflı okuma yaparsa tuzağa düşebilir. Bu nedenle hiçbir zaman tek taraflı okuma yapmak günümüzde sağlıklı değildir. Sonuç itibariyle Papa'nın ziyaretini öylesine Alman basınında yer verilecek şekilde bir habercilik yapılmış. Zaten fotoğraf diline de bakarsak Erdoğan'ın yüzü hiç kameraya dönük bir şekilde alınmamış. Papa hep tam önden profilden alınmış. Bunların hepsi bir haber dilidir. Hepsi zihinlerde yer eder.

16 Satır

Keşke

Bir iç çekiş bir derin nefes, keşke geriye doğru sarsam zamanı. Sevmem keşke demeyi sana söyleyebilsem keşke keşke. Değerini ancak yitip gidince anlar insan hep keşkelere aklı takılıp kalır. Herkesin var bir keşkesi. Seninki ne Söylenebilecek tüm sözler söylenmiş olsa da yine de keşkelerden yazılmış satırlar zihnimizde yeni olasılıklar çizer. Bütün keşkeler ömrü hayatımızda kaderin noktası, virgülü. Sorsalar kaderime; keşkeyi başa mı, sona mı yazsak diye, ne başında ne sonunda, keşkeyi kaldırın hayatımdan derim. İnsan hüsranda keşke dedikçe. Nitekim seçim de senin dua da. Etme, eyleme deme keşke. Kendimize kalkan ettik keşkeleri. Harap olur insan keşke demekle. Öyle değil mi Ancak sabır ile hak diyenler hariç. Keşke insan anlasa da keşke demese boşuna.

Editör

Tütün bütün kötülüklere kapı aralıyor

Geçtiğimiz salı günü Yeşilay'ın merkezinde yapılan toplantıda bazı gerçekler paylaşıldı. Aslında hep bildiğimiz ancak rakamlarla açıklanınca insanı dehşete düşüren açıklamalardı bunlar. Tütün kullanım yaşının on altı yaşına düşmesi beni şaşırtmadı. Bence daha da düşük. Beni en çok etkileyen ise tütün kullanımının masum gösterilmesi. Ben bazı uzmanlardan da duyuyorum. Eğer çocuğun tütün ile bağlantısını tespit edip de bunu aktardığınızda şöyle bir cümle ile karşılaşabiliyorsun; "diğer maddeleri kullanmasından iyidir. Bu masum şu an". Ancak rakamlar öyle demiyor. Yeşilay başkanı Doç. Dr. Mehmet Dinç'in açıkladığı rakamlar olayın vahametini ortaya koyuyor. Sigara kullananlarda 5 kat alkol kullanımı ve 4 kata yakın ise yasaklı madde kullanımını arttırdığı yönünde bilimsel veriler paylaşıldı. Sigaradır masumdur demek safdillik ya da cehalettir.

TÜTÜN LOBİSİNİN AMACI İYİ DEĞİL

Tütün lobisinin amacının masum olduğunu söylemek aptallık olur. Kâr üzerine faaliyet gösteren lobinin eli her yerde. Diğer tüm bağımlılıkları da finanse ettiğini düşünenlerdenim. Çünkü bu şirketlerin hepsi aynı amaca hizmet ediyor. Ne kadar çok kurban o kadar çok kâr. Bağımlılık onlar için toplumu daha kolay yönetilebilir bir hale getirmek demektir. Bu da en başta her şekilde tüketen bir toplum yaratmak.

NE YAPILIYOR

YEDAM Yeşilay'ın bağımlılık ile mücadele merkezi. Lütfen YEDAM'ı araştırın, bilgilenin. Bunun dışında da ben sayın başkana çocuk ve gençlere savunuculuk yolunun açılması gerektiğini söyledim. Bu konuda çeşitli rakamlar ve veriler sundu. Doğudaki illerimizden başlayarak okullarda savunuculuk projeleri başlamış. Eskiden Yeşilay, Kızılay kolları okullarda aktif olurlardı. Şimdilerde ise sembolik duruyorlar. Bu konuda girişimler var ancak nedense etkisi yaygın değil. Bir de öğretmenlerin ve idarecilerin hatta personelin dahi sigara içenlerin kesinlikle bir yaptırım uygulanması gerektiğini söyledim. Bu konuda Millî Eğitim Bakanlığı ile çalışması gerektiğinin de altını çizdim. Hiç unutmuyorum Almanya'da 6. sınıfta Biyoloji dersimize bir erkek öğretmen gelirdi. Sınıfta puro içerdi. Ne günlermiş. Ama aklımıza da biz de içelim gibi bir fikir gelmezdi. Ancak günümüz öyle değil. Dijital medyada çok şiddetli bir bağımlılık seli var. Dijitalin kendisi zaten bağımlılığa kapı aralıyor. Ben iş hayatına başladığımda o zamanlar mekanların içinde sigara içiliyordu. Hatırlayalım. İçenler bana sen de bir, iki aya kalmaz içersin dediler. Bana biri yaparsın dediğinde Allah'tan tersini yapan biriyim. Koyun gibi gitmediğim için sürüye dahil olmadım. İçmedim. Diyeceğim o ki Yeşilay'ın sunduğu rakamlar ve yapılması gerekenlerle ciddi bir mücadele gerektiği ortada. Gün geçtikçe artan bir bağımlılık var. Ben çocuk ve gençlerimizin spor ile bağlantısının da çok güçlü kurulması gerektiğini söylemek istiyorum. Yeşilay'ın spor kulübü var evet daha yaygın olmalı. Her okulda bir faaliyeti olmalı bu kesin.

Periskop

Papa 14. Leo ve kültürel iktidarlığımız

Hiçbir şeyi eleştirmiyorum. Neden gelmiş, ne olmuş Ayin mi yapmış felan Elbette devletimizin eli armut toplamıyor hepsinin bir anlamı vardır. Papa Venedik'in devlet başkanıdır gelir, gider. Tıpkı Almanya Şansölyesi gibi. Ya da İtalyan Başbakanı Meloni gibi. Çok da abartılacak bir iş değil. Ancak ben hala 23 yıllık milli bir iktidarın hala kültürel anlamda neden iktidar olamadığını düşünüyorum. Papa'ya konser veriyoruz fakat giyilen kıyafetlerden tutun da seçilen eserler ve en fenası da orkestradaki sazların alakasızlığı beni benden aldı. Benim bu hassasiyetime yapılan eleştiriler de zaten neden kültürel iktidar olamadığımızın bir cevabıdır. Düşünün Osmanlı'daki hükümdarların hemen hemen birçoğu sanat ile çok yakından ilgilenmişlerdir. Örneğin 3.Selim 14 makam bulmuş bir bestekardır. Ayin bile bestelemiş çok yüksek sanat yeteneği olan bir hükümdardı. İşte tam da burada ne demek istediğim anlaşılmış olmalı. Ben tabii şu an ki Başkanımızdan beste yapmasını beklemiyorum. Ama zaten dünya tarihine damga vurmuş bir kültürün mümessili olan bizler için Antakya Medeniyetler Korosu yerine Cumhurbaşkanlığı veya Kültür Bakanlığı klasik Türk müziği korosu bizi daha doğru temsil ederdi. Konserdeki org, elektro gitar ve gırnatanın iyice alakasız kalışı ve özellikle orgu çalan kişinin ciddiyetsizliği hoş değildi. Sanki düğün salonunda cıztak cıztak orkestranın başındaymış gibi bir hali vardı. Sonrasında da Papa'yı mehter marşı ile pek ala gönderebilirdik. İşte kültür politikalar kurulumuz var, onlar ne yapıyor Onu da anlamış değilim. Duvarları hat, tezhip ve minyatür ile doldurmakla olmuyor işte, o mananın derinliğine giremediğin sürece yüzeyde kalırız böyle. Benim bu konserde yüzüm asılırdı.