Beni bilen bir vatan sevdalısı olduğumu bilir. Ruh köklerimiz Türk töresidir. Türk töresi ise İslamiyet'le taçlanmış zirve yapmış ve tüm aleme nam salmış Kızılelma/İllayıkelimetullah ülküsünden ayrılmamış bir şuurdur. Kim ne derse desin bugün tüm dünya mazlumları için tek çıkış yolu olan ayyıldızlı bayraktır. İşte bu hepimiz için büyük sorumluluktur. Sadece hükümet recalinin değil. Senin, benim, onun tüm Türkiye Cumhuriyeti kimliği taşıyan vatan sevdalısının bir sorumluluğudur bu. Ayyıldızlı bayrağı ile gurur duyan, gördüğünde heyecan duyan ancak vatanseverdir. Bana ne ondan bundan şundan deyip geçiştiriyorsa bir aynaya baksın kendini yoklasın.
Uyanır uyanmaz
Bir Türk uyanır uyanmaz veya şöyle diyeyim Ayyıldızlı bayrak altında yaşayan herkes uyandığı andan itibaren küfür değil övgü ile ayağa kalkmalıdır. Yaşadığı için, uzuvları çalıştığı için, lezzet alabildiği için ve bir vatana sahip olduğu için övünmelidir. O yüzden da yapılması gerekenler vardır. Bu vatanın insanı olarak nasıl hareket etmeli nasıl düşünmeli nasıl iletişim kurmalı Bunların hepsi ayyıldızlı bayrak altında yaşayan herkesin görevidir. Ama en çok da Müslüman Türk'ün görevidir. Çünkü inancımız gereği Müslüman insanı kamil olmakla görevlidir. Yani insan olmayı en üst mertebe taşımak için gayretle vazifelidir. O yüzden ben Müslümanım ibadetimi yapar gerisine de bakamam diyemeyiz. Müslüman kendinden dışa doğru herkesi uyandırmakla yükümlüdür. Hele bir de Türküm diye iddia ediyorsan üstüne bir de tarihi sorumluluk yükleniyor.
Sahip çık
Bir vatansever öncelikle vatanına bütünüyle sahip çıkar. Yarım yamalak yarım ağız sevgi olmaz nihayetinde. Sevgi bir yere de dayandırılmaz. Sevgi ideolojik olmaz. Vicdan ideoloji ile çalışmaz. Bu vatan topraklarında yaşayan herkes ama herkes; tipini, kıyafetini, duruşunu beğen beğenme iletişim kurmasını bilmek zorundayız. Bakınız zorundasın diyorum. Israrla diyorum. Amma istisnalar elbette var. Ama ben istisnaları pozitif anlamda ele alayım. Başta benim de bam telim olan gençlere her şekilde sahip çıkma sorumluluğunu hepimiz taşımalıyız. Gençlik hepimizin sorumluluğundadır. Devleti, eğitim sistemini veya aileleri, sokağı, hukuk sistemini, sosyal medya bağımlılığını her neyse hiç bahane arkasına sığınamayız. En çok sahip çıkılmayı hakkeden gençlerdir. Çünkü onlara bugün biz sahip çıkarsak işte yarın da onlar vatana sahip çıkacaklar. Yoksa öyle uzaktan hamasetten sözlerle yürümüyor bu işler.
Her gün için
Her gün için ufak, tefek demeden vatan için bir şey yap. Mesleğini ahlakiyle yap. Gülümse. Selam ver. Öğretmensen öğretmenlikte kendinle yarış. Her meslek alanı için bunu geliştirebilirsin. Bir annesindir, ev hanımısındır ya da mesleğin bile olmayabilir bir Türk evladının ferdisindir. Her gün sokakta yere saçılmış çöpleri toplayabilirsin. Herkes kendi kabiliyetince bir şey yapabilir. Kimseden bir vazife talimatı beklemen gerekmiyor. Boş boş TV izleme mesela bu bile başlangıçta önce kendin için sonrasında da başakları için yapacağın şeylere dönüşecektir. Ama en önemlisi de ne olur vatan için hayır konuşalım. Bağnaz fikirler, ezbere tarih kayıtları ve her bizi kilitleyen kafamızı dumura uğratan düşüncelerden sıyrılmaya çalışalım. Önce bizler örnek olup vatan için bir şeyler yapacağız. Hadi al eline bir kağıt kalem. As buzdolabına ve her gün bugün vatan için ne yaptım sorusuna cevap ver.
Artı EksiArtı
Aile ve Sosyal Hizmetler Bakanlığı
Geçtiğimiz günlerde bir ailemizin İzmir'de ormanda yaşadığına dair haberler ortaya atılmıştı. Tabi sosyal medya marifetiyle de bu haber hızla yayılmıştı. Olay Aile ve Sosyal Hizmetler Bakanlığına intikal etti. O ailenin ormanda yaşamadığı ama ev sahipleri tarafından evden çıkarıldığı bilgisi verildi. Aile öncelikle otele yerleştirildi. Akabinde de yeni bir ev kiralama çalışması yürütüldüğü ve bu aileye yeni bir yaşam alanı oluşturmak için gerekli eşyaların da temin edilmesiyle birlikte yeni bir süreç başlatıldığı bilgisi basına duyuruldu. Ankara abisi olarak bilinen bir yardım kuruluşu da geçenlerde Ankara'da bodrum katında yaşayan bir kadınla görüşmüştü. Bu da sosyal medyaya aksetti. O hanım için de ilgili bakanlığımız harekete geçip gereğini yapacakları konusunda bir süreç başlatmışlardı. Türk insanı ve başta devleti diğer ülkelerdeki gibi milletini sokakta bırakacak tıynette değildir. Gönül ister ki hiç kimse zorda darda kalmasın ama neoliberal politikaların getirdiği yeni toplum düzeninde maalesef herkes orta halli değil. Devletimiz vakıflarıyla ve de milletimiz sivil toplum örgütlenmeleriyle de milletinin yanındadır. Bu dayanışma ruhu yayılsın dilerim.
Eksi
Gençleri kırmayın
Bir film festivali. Hadi yine bağcıyı dövmeyeyim o yüzden adını vermiyorum ama bir haksızlığa imza atıldı. ODTÜ'den iki gencimiz aynı zamanda kendi kurdukları müzikal topluluğa da gelir elde etmek için para kazanmaya çalışıyorlar. Bu minvalde de o söz konusu film festivali bu iki gencimize filmlerin tercüme işlerini teklif etmiş. Tabii bu aylar öncesine dayanan bir mevzu. Temmuz ayında sizinle çalışacağız diye de haber vermişler. Aradan aylar geçiyor. Kasım ayına geliyoruz. Bu çocukların okul zamanı sınav zamanı neyse yine de işi planlarına almışlar ve elbette ki normal olarak da bir sözleşme rica etmişler. Öyle ya babanın oğlu bile olsa insanız. İşte tam o noktada iş kopmuş. Gençler planlamaya aldıkları halde hatta işe başladıkları halde sözleşme konusunu bir iki kez dillendirince bu film festivali komitesi başka birileriyle çalışacaklarını söyleyip özür dilemek için de iki tane festivalden bedava bilet hediye etmiş. Yapmayın bunu yapmayın şöyle. Peki şimdi bu gençlerin umutlarını zedelemediniz mi Yaşadıkları ülkeye dair inançlarını sorgulatmadınız mı Ama yeri gelince sayın film festivali komitesi hak, adalet filan falan diye bu ülkede mangalda kül bırakmazsınız. Solcuyuz, emek hakkı der durursunuz. Gençleri hele ki ODTÜ gençliği dendi mi iyice sizin kalenize laf ettirmezsiniz ama iş paraya geldi mi anında yan çizersiniz. İşte bu tür olaylar gençleri soğutuyor. Ülkelerine vatanlarına inançları kalmıyor. Sağcısı da solcusu da böyle bu ülkede yaşanmaz dedirtiyorsunuz gençlere. Gönül kırmak kazanacağınız o iki kuruşun bereketini alıp götürecektir.
Dış DünyadanLetonya İstanbul Sözleşmesi'nden çekiliyor mu
Türkiye İstanbul Sözleşmesi'ne imza atan ilk ülkelerden biriydi. 2012 yılında TBMM'sinde bu sözleşmeyi kabul eden ilk ülkelerden oldu. İlerleyen yıllarda birçok maddesi tartışma konusu oldu ve 2021 yılında Türkiye sözleşmeden ayrıldı. İstanbul Sözleşmesi'nde yer alan "toplumsal cinsiyet" kavramının ucu açık olması nereye dayandırıldığı konusunda net kavramlar olmaması beni daha ilk yıllarda rahatsız etmişti. Hatta defalarca bilenler bilir bu sayfalarda bu konu hakkında çok yazdım. Yanlış yapıldığını söyledim. Sonra birileri duymuş olmalı ki bu sözleşmeden çıkıldı. Şimdi aynı nedenlerle Letonya da bu anlaşmadan çıkmaya hazırlanıyor. Kadına şiddetle hiçbir alakası olmayan 'siyasi bir pazarlama' diyen Letonya kendi kanunlarının kadını korumada yeterli olduğunu söyleyerek anlaşmadan çekilmeye hazırlandıklarını bildirdi. Kadınlara Yönelik Şiddet ve Ev İçi Şiddete Karşı Eylem Uzman Grubu Taraflar Komitesi olarak adlandırılan ve İstanbul Sözleşmesi'ne Taraf Devletlerin temsilcilerinden oluşan siyasi yapı Grevio'nun acil durumlarda ülkeye müdahale durumuna da izin veriyor. Söz konusu sözleşme kadına şiddeti önleme görüntüsünü vitrin yapıp aslında LGBT haklarını teşvik etmeyi biolojik çeşitlilik adı altında kemikleşmesine yol açtığı vurgulanıyor. Son yıllarda bu tartışmaları dile getiren farklı ülkeler de var. Bunlar Macaristan, Çekya, Litvanya, Slovakya. Bu bahsettiğimiz nedenlerle sözleşmeye karşı çıkıyorlar. Letonya'nın kararı Cumhurbaşkanları tarafından onaylanırsa AB ülkeleri arasında zincirleme reaksiyon oluşacağı tahmin ediliyor. Yani İstanbul Sözleşmesi'nin geleceği tehlike altında.
16 SatırYakın mıdır o kavuşma
Oku yüreğimi kitap, oku. Bak bakalım, kim kimi okuyor Ben mi seni, sen mi beni Hangi yük ağır Taşıdığın harfler, kelimeler ya da cümleler mi Yoksa benim yüreğim mi daha ağır Kaldır yükümü kitap. Benim yüreğime sığmıyor artık bunca hesap. Sığınağım en derinimi bilen dert ortağım hangi yol daha aydınlık dersin Sözlerin sayfa sayfa önümde ışık, ancak yüreğim bunu göremeyecek kadar yorgun ve durgun. Bir kelime lazım bana, beni diriltecek ve yola koyacak. Sen de var mı o kelime Satır satır ayıkladım cümleleri kelimelerden yine de bulamadım beni avutacak tek bir kelime. Belki henüz yazılmamıştır. Belki henüz kalbe düşmemiştir. Sen oku beni, bıkma beni okumaktan ey kitap. Vazgeçme benden, bıkma sitemimden. Bazen bir kelimeye sığar, bazen sayfalar dolusu kitaba sığmayan ama yüreğimin yükünden ağrıyan kalbimle soruyorum; "bana ne zaman vakit gelir" Mevla ile buluşma hangi sayfada Kitabın hangi sayfasında sonsuzluğa açılan yolu okurum Yüreğimdeki yükler hangi sayfada dökülür birer birer Söyle ey kaderimi yazan. Yakın mıdır o kavuşma
Editör15 Aralık Dünya Türk Dili Ailesi Günü
UNESCO, 15 Aralık'ı "Dünya Türk Dili Ailesi Günü" olarak kabul etti.
Gerçi bu kurumun bugünü ilan edip etmemesi çok önemli olmayabilir. Ancak Türk dünyasındaki gelişmeleri de göz ardı edemedikleri gerçeği apaçık ortadadır.
Bu karara giden yol, Türkiye Cumhuriyeti ve Türk devletlerinin büyük çabalarla hazırladığı diplomatik bir girişimdir. Bu teklif, ortak dil hazinemizi koruma ve gelecek nesillere canlı, zengin ve güçlü bir şekilde aktarma azminin katlayarak artırması bakımından tüm dünyaya da duyurulması nedeniyle önemlidir. Zira bu da bir politikadır. UNESCO'nun 3 Kasım 2025 tarihinde düzenlenen 43. Genel Konferansı'nda alınan kararla 15 Aralık'ın resmen "Dünya Türk Dili Ailesi Günü" olarak ilan edilmesi, dilimizin geleceği için atılan çok önemli bir adım olmuştur.
15 Aralık, Türk dilinin tarihî gücünün âdeta bir sembolüdür. Bilindiği gibi, Danimarkalı dil bilimci Thomsen, 1893 yılında Türkçenin köklü tarihine ışık tutan "Orhun Yazıtları"nı çözerek tüm dünyaya 15 Aralık'ta duyurmuştur. "Dünya Türk Dili Ailesi Günü"nün bugüne denk gelmesi de dikkat çekicidir.
Geçtiğimiz 2024 senesinin eylül ayında da ortak alfabe için Türk devletleri teşkilatı karar aldı. Ortak alfabe 34 harften oluşuyor. Bu minvalde de geçtiğimiz Ekim ayında Azerbaycan'da gerçekleşen Türk Devletleri Teşkilatı 12. Dönem toplantısında Türkiye ortak dil modelinin geliştirilmesine hız vermek için ilk adımı atmıştı. Bu minvalde Cengiz Aytmatov'u anlatan bir eser ile Oğuznameleri ortak alfabeyle basılması için gereken adımlar Türkiye Cumhuriyeti tarafından atıldığı duyuruldu.
Öte yandan tüm bu takdire şayan gelişmelerin yanı sıra şu yıllanan eleştiriyi de yapmak durumundayız. Hala ülkemizde kanayan bir yara olan yabancı dille eğitim meselesi de bir kangrendir. Rahmetli Prof. Dr. Oktay Sinanoğlu hayatta olsaydı bu gelişmelere sevinirken bu uyarıyı da eminim ki yapardı. Evet yabancı dil mutlaka öğrenilmeli bu zaruriyettir. Ancak tüm eğitimin bir başka yabancı dille verilmesinin pedagojik, psikolojik, sosyolojik açıdan olumsuz yönleri yıllardır anlatılıyor. Bu anlamda bir adım atılırsa Ortak Türkçe Alfabesi ve ortak dille hedeflenen ortak bilinç şiarına tam manasıyla ulaşılacaktır.
PeriskopSimülasyon ve metafizik tartışmalar
Özellikle son dönem metafizik spiritüel düşünürler tarafından evrenin bir simülasyon olduğuna dair birtakım kitleleri etkilemeye çalışan hoca mı desem ne desem bilemedim.. Birtakım kişiler var diyelim. Bunlar İslam adına da konuşuyorlar. Özellikle de gerçeklik algısına vurgu yaparak aslında bir simülasyon dünyasında yaşadığımızı türlü türlü delilerle anlatmaya çalışıyorlar. Kimi zaman da kendilerini fazla zorluyorlar. İbnül Arabi gibi olağanüstü metafizik alimlerinin insan rüyada olduğu sözü elbette Kuranı Kerimle de örtüşüyor. Bir taraftan da dünyayı simülasyona evirip çevirip olayları büyülü bir zemine çekmeye çalışanlar olduğunu söyleyen ve kuralcı hareket edilmesi yani bir nevi fıkıh babından bakan ilahiyat okumuşlar tartışmaya dahil oluyorlar. Şimdi bu tartışma çok su götürür ancak benim sunacağım perspektif başka. İster gerçeklik algısını tartışalım. İstersek olaylara bakış açımızla değiştirtme gücümüzün olduğunu iddia edelim veya diğerlerinin dediği gibi simülasyon dendiğinde aslında bizlerin bir gerçeğin içinde değil de provasını yaptığımız bir evrende yaşadığımızı ısrarla anlatmaya çalışanlar olsa da burada değişmeyen tek şey var. İnsan oluşumuz ve insan olarak sorumluluklarımız. Yaşadığımız yerin simülasyon olduğunu ısrarla anlatmaya çalıştığımız zaman o durumda da şu ortaya çıkar "o zaman ben adam öldürürüm ama bu gerçek değil simülasyondayız çünkü". Bu bir tehlike. İkisi arasında denge mutlaka olmalı. İnsan olarak sorumluluklarımız ancak bu dünyanın da ister adına simülasyon diyelim isterse rüya sonuçta gelip geçici olduğu gerçeğidir. Ve biz nereye gidersek gidelim bu sorumluluklarımızın getirdiği bir gerçeklik bizi tekamüle taşıyacaktır.

17