Türk sinemasının koçbaşı iki ismi

Zeki Demirkubuz ve Nuri Bilge Ceylan arasında uzun zamandır birikmiş bir enerji vardı. Bu fay hattı sonunda kırıldı. İkili arasında keşke bunlar yaşanmasaydı... Fakat bütün bu tartışma bir yana, ortaya koydukları ve tarihe bırakacakları yapıtlar bir yana. Hayata farklı kadrajlardan bakan iki yönetmen de günümüz Türk sinemasının yadsınamayacak iki büyük değeri.

80 sonrası sinemamız '12 Darbesi'nin toz bulutları arasında kendine yeni güzergâhlar ve yol haritaları ararken az biraz kenti ve kentliyi, özellikle Atıf Yılmaz vasıtasıyla da kadınları keşfedip öykülerini bu odak noktaları üzerinde inşa etmeye çalıştı. Derken ilk adıyla 'İstanbul Sinema Günleri', sonraki adıyla da 'İstanbul Film Festivali' önce 'Yedi tepeli şehrin', ardından da ülkenin tüm kültürel ikliminin yatağı değiştirecek bir etkileyici unsur olarak hayatımızda belirdi ve yepyeni bir izleyici kuşağı ve ruhu yarattı.
İstanbul kent yaşamında (nisan ayında düzenlenmesi dolayısıyla) adeta baharın da bir tür müjdecisi olarak eklenen bu faaliyet, bir parça geçmişteki Sinematek'in işlevini görüyor ama asıl olarak insanların sinema zevklerinin, bakış açılarının, izleme ve yorumlama biçimlerin yeniden oluşumuna katkıda bulunuyor, farklı birikimlere, kazanımlara vesile oluyordu.
Bu damardan beslenen onca 'sinefil'den kimileri yazar-çizer, kimileri sektör çalışanı, kimileri de yaratıcı (yönetmen) oldu. İlham kaynakları ve bilgi-görgüleri bu yolla oluşan bir kuşak çok geçmeden kamera arkasında yerini alırken sinemamızda adına da yeni bir dile, ekole kapı araladılar. 90'lı yılların başları itibarıyla da ilk ürünlerini vermeye başladılar.

strong class'read-more-detail'Haberin Devamı

BİRİ DOSTOYEVSKİ DİĞERİ ÇEHOV


Zeki Demirkubuz ve Nuri Bilge Ceylan da bu kuşağın koçbaşı isimlerindendi. Demirkubuz emekçi olarak kimi işlerde çalışıp ayrıca siyasi görüşlerinden dolayı sistemin gadrine uğrayarak hapis yatmış ve işkence görmüş bir geçmişin ardından Zeki Ökten'in asistanı kimliğiyle sinemaya adım attı ve zaman içinde her biri ayrı çarpıcılığa sahip filmleriyle bugüne geldi. Nuri Bilge Ceylan ise sanatsal adımlarını fotoğrafçılık üzerinden biçimlendirdi, sonrasında o kendine özgü bakışıyla donattığı yapıtlarıyla yürüyüşünü hızlandırdı ve nihayetinde o da günümüz Türk sinemasının en önemli yaratıcılarından biri olarak tarih sahnesindeki yerini aldı.
Bir kanatta 'Masumiyet', 'Üçüncü Sayfa', 'Yazgı', 'İtiraf', 'Kader', 'Yeraltı', 'Kor' ve 'Hayat', diğer kanatta 'Kasaba', 'Mayıs Sıkıntısı', 'Uzak', 'İklimler', 'Üç Maymun', 'Bir Zamanlar Anadolu'da', 'Kış Uykusu', 'Ahlat Ağacı' ve 'Kuru Otlar Üstüne' gibi güçlü, sarsıcı, çarpıcı, derin izler...

strong class'read-more-detail'Haberin Devamı


TUTKULU ÖYKÜ SANATSAL KADRAJ
Her ikisinin de sinemasında ana unsur insanın karanlık, kötücül yanlarıyla hayat denen gelip geçici zeminde tutunma, var olma kaygılarıydı. Demirkubuz öyküyü önemseyen, takıntı, tutku, saplantı gibi histerilere göz kırpan, kapanmayan yaraları perdeye taşıyan, izleyicisini sarsan, dağlayan yapıtlara imza attı. Ceylan ise türümüzün karanlık koridorlarında gezinen meseleleri fotoğrafçılık geçmişinin izleriyle süslediği kadrajlar eşliğinde estetik çerçevelerde sundu.