Özelleştirme(me)!

Geçen hafta yazdım.

Özelleştirme varlık satışından ibaret olursa beklenen faydalar elde edilemiyor.

Düşük bir bedel karşılığında, bir kamu kuruluşu özel sektöre devrediliyor.

Türk Telekom örneğinde olduğu gibi tesisi devir alan özel sektör kuruluşları, şirketin içini boşaltıp borçlarıyla birlikte devlete bırakıp kaçıyorlar.

Özelleştirme faaliyetleri kapsamında son skandalımız "yeni doğan çetesi."

Bebek katilleri kâr hırsıyla sistemin açıklarından istifade etmişler ve Sosyal Güvenlik Kurumunu dolandırmak için yeni doğan bebekleri göz göre göre öldürmüşler.

Değerli okur isterseniz bu özelleştirme işine sağlık sektörü üzerinden biraz daha yakından bakalım.
Nasıl mı

Gelin bir bakalım.

ÖZELLEŞTİRME

1980'lerde gelişen ülkeler borç krizine girdiler.

ABD'nin merkezindeki yerleşik Washington merkezli kuruluşlar gelişen ülkelere standart bir reform paketi önerdi.

İngiliz iktisatçı John Williamson tarafından "Washington Mutabakatı" olarak nitelendirildi.

Mutabakat ticaretin serbestleştirmesi, özelleştirme ve finansal serbestleştirme gibi serbest piyasayı teşvik eden politikaları kapsıyordu.

Hukukun üstünlüğü ve mülkiyet hakları gibi kavramlara ve kurumlara sahip olmayan ülkeler bu reform paketindeki politikaları uyguladıktan sonra, 1990'larda krizlerden krizlere sürüklendiler.

Serbest piyasa ekonomisine adeta iman eden ABD'deki piyasa yapılarının, kurumların ve kavramlarının zerresi gelişen ülkelerde yoktu.

Bu reformlardan "özelleştirmenin" iktisadi bir teorisi bulunmamaktadır.

Özelleştirmeleri önerenler kamu iktisadi kuruluşlarının (KİT) siyasi etkiye açık olduklarını ileri sürmektedirler. Bu çerçevede KİT'ler siyasi etki altında aşırı istihdama sahip olacaklar, fiyatlama davranışları bozulacak ve özel sektöre usulsüz kaynak aktarımı yapacaklardır.

Dağılan Sovyetler Birliği üyesi ülkelerden ve Türk Telekom örneklerinden özelleştirme işlemlerinde de büyük usulsüzlükler ve yolsuzluklar olabileceğine şahit olduk.

Avrupa Birliğini Kuran Antlaşma "mülkiyet yansızdır."

AB Komisyonu bürokratları üye devletlere özelleştirme tavsiyesinde bulunmazlar.

Ama mülkiyeti kimde olursa olsun, bütün teşebbüslerin AB düzenlemelerine uymalarını isterler.
Sadece AB değil, 1980'lerde gelişen ülkelere özelleştirme tavsiyesinde bulunan Dünya Bankası da pozisyon değiştirdi.

Çünkü 1990'larda gelişen ülkelerde yaşanan krizleri görüp de pozisyon değiştirmemek mümkün müydü
1999 yılında Dünya Bankası bir "Kapsamlı Kalkınma Çerçevesi" önerdi.

Üstüne bu Çerçeveye dayanarak bir de "Yoksulluğun Azaltılması Strateji Belgesi" yayımlandı.
Bu politikalar uluslar arası kamuoyu tarafından da benimsendi.

Bu metinlerin hazırlanmasında önemli bir rol oynayan Dünya Bankası eski Başkanı James Wolfensohn bir keresinde şöyle söylemişti: makroekonomik ve finansal reformların tasarımı ve uygulanmasında yapısal, sosyal ve insani boyutları göz önünde bulundurmayan bir yaklaşımın başarılı olması mümkün değildir. Bu nedenle de reformların çok yönlü bir kalkınma stratejisi çerçevesinde ele alınması gerekmektedir."

Diğer bir deyişle, iktisadi kalkınma sorunsalı, kurumsal altyapı, gelir eşitsizliği, yapısal faktörler, kültürel farklılıklar ve uluslararası iktisadi ortamın yarattığı kısıtlar ile beraber ele alınmaktadır.

Nitekim Yedinci Kalkınma Planını hazırlayan plancılar bu ilkelerden esinlenerek özelleştirmelerin yanı sıra devletin düzenleyici ve denetleyici kapasitesinin artırılmasını önerdiler.

Peki, öykümüzün sağlık tarafında ne oluyordu

Devam edelim.

SAĞLIK POLİTİKASI

Yedinci Planda 20 tane "Temel Yapısal Değişim Projesi" yer alıyordu.
Bunlardan bir tanesi de "sağlık reformuydu."

Bu reform çerçevesinde "Sağlık Bakanlığı'nın halk sağlığını koruyucu, standart ve norm koyucu bir yapıya kavuşturulması ve denetim kapasitesinin artırılması" öneriliyordu.

Değerli okur sağlık politikasının özü insanı hasta etmemeye yöneliktir.

Bu konuda kadim kültürümüzde çok yerinde bir söz bulunmaktadır. "Allah hastaneye düşürmesin, ama hastanelerin eksikliğini de göstermesin."

Bu söz sağlık politikasının özünü açıklamaktadır.

Bunun içinse koruyucu sağlık hizmetlerinin çok iyi sunulması gerekmektedir.
Koruyucu sağlık hizmeti ise birinci basamaktan başlamaktadır.

Plancılar bu gerçeği görmüşler ve birinci basamak konusunda çok önemli tespitler yapmışlar.

Demişler ki "birinci basamakta hizmet sunan birimlerin insan gücü ve altyapı imkânları iyileştirilerek temel sağlık hizmetleri güçlendirilecektir, bu çerçevede bulaşıcı hastalıklarla mücadele, ruh sağlığı, okul sağlığı, zararlı alışkanlıklardan korunma, ağız ve diş sağlığı, yaşlı sağlığı, özürlülerin sağlık bakımı, evde bakım hizmetleri, sağlık ve beslenme eğitimi hizmetlerine yönelik programlar geliştirilecektir."

Bunun yanı sıra "Refik Saydam Hıfzıssıhha Merkezinin referans hizmet verebilecek bir ulusal laboratuar haline getirilmesini"