Umudunu kaybetme

Yol Mu Dayanır Ey Dost

Bazen bir türkü çalar uzaklardan.

Bağlamanın tellerinde yankılanan o sarsıcı ses, yüreğe dokunur:

"Yol mu dayanır ey dost"

İlk duyduğumuzda bir gurbet türküsü sanırız. Ama belki de bu söz, insanın kendi bedeniyle verdiği o uzun, sabırlı mücadelenin ağıtıdır.

Bu dize, beni hep Peyami Safa'nın "Dokuzuncu Hariciye Koğuşu" romanına götürür. Romanda isimsiz bir genç vardır. Bacağındaki hastalık, hayatının merkezine yerleşmiştir. Yatağında sabahı beklerken aklında hep aynı soru:

"Acaba bugün biraz daha iyi miyim"

O genç için yol, hastane koridorlarıdır. Ameliyat masasıdır. Pansuman kokusudur.

Sağlıklı insanların koşturduğu dünya onun penceresinden çok uzaktadır artık.

Bir süre sonra anlarız ki hastalık, sadece bedeni değil zamanı da hasta eder.

Sağlıklılar için zaman akar, hastalar içinse durur.

Sarkaç hep aynı yerde asılı kalır. Her tik tak, "Bir gün daha geçti" der.

Romanın kahramanı işte o sessiz akışın içinde olgunlaşır. Hastalığı, ona hayatı başka bir gözle görmeyi öğretir. Çünkü bazen acı, insana sabrı; sabır da insana derinliği öğretir.

Peyami Safa, bu hikâyede hastalığı sadece tıbbi bir durum olarak anlatmaz.

O hastalık, insan ruhunun aynasıdır.

Beden zayıfladıkça ruh daha çok görür, daha çok hisseder.

Ama işte tam da bu yüzden daha çok acı çeker.

Çünkü fazla görmek, bazen fazla yaralanmak demektir.

Romanın sonunda genç adam ne tam iyileşir ne de tam tükenir.

Ama artık hayata başka bir yerden bakar.

Omuzlarında o hastalığın yorgunluğu, içinde ise derin bir bilgelik vardır.