Toplumsal kutuplaşma ve dezenformasyon

Son on yılın en baskın temalarından birisi olan fake news (sahte haber) olgusu, gündelik hayatımızın hemen her alanına nüfuz etmiş durumda. Sadece Türkiye değil dünya açısından da kritik bir konu olarak ele alınan bu olgu ile mücadele, devletlerin başat önceliklerinden birisi olmuş durumda. Bir tür ulusal güvenlik tehdidine dönüşen bu durum, beşinci kol ve dış müdahale gibi unsurlarla da birleşince, güvenlik tehdidi boyutu bir ölçek daha artmaktadır.

2016 ABD Başkanlık seçimleri ile gündemimize giren sahte haber, Türkiye sathında 2019 yerel seçimleri başta olmak üzere son dönemdeki bütün kritik süreçlerde karşımıza çıkan bir olgu. Her ne kadar toplumsal ve ekonomik motivasyonlarla yalan haberlere imza atılsa da son dönemin en yoğun sahte haberleri siyaset alanı üzerinden ilerlemektedir. Doğrudan duygulara hitap ederek öfkeyi artırmayı hedefleyen bu tür yalan haberler, kamusal barışı zedeleyerek toplumsal güven ile ilgili soru işaretlerini artırmaktadır.


TOPLUMSAL KUTUPLAŞMA ARACI OLARAK YALAN HABERSahte haberin üretilmesi ile ilgili motivasyonlara bakıldığında, en önemli hususlardan birinin toplumsal kutuplaşmanın derinleştirilmesi olduğu görülmektedir. Hakikatin çarpıtılması ve kasıtlı olarak manipüle edilmesiyle başlayan bu süreç, sosyal medya platformlarında yürütülen algı siyaseti ile bambaşka bir hal almakta ve günün sonunda gerçeklik zemini ile ilgili sorgulamalar başlamaktadır. Neyin gerçek neyin yalan olduğu ile ilgili zeminin bulanıklaştığı bir ortamda ise kamusal alanda kutuplaşma artmakta ve toplumsal barış zedelenmektedir. ABD ve Türkiye gibi siyasetin iki aks üzerinden ilerlediği toplumlarda çok daha etkili olan bu tür dezenformasyon siyaseti, gün geçtikçe etki sahasını genişletmekte ve enformasyon alanını zehirlemektedir.
SİYASİ VE POPÜLER FİGÜRLERİN ETKİSİBaşlarda trol hesaplar ve botlar aracılığıyla daha sofistike yöntem ve mekanizmalarla üretilen sahte haberler, artık gerçek ve popüler kişiler aracılığıyla yaygınlaştırılmaktadır. Sadece son iki haftada Türkiye'de en fazla etkileşim alan ve tartışılan konuya baktığımızda bile, bu alandaki çarpıklığı görmek mümkün.Son iki haftada, doğrudan Diyanet İşleri Başkanlığı ve Milli Eğitim Bakanlığı üzerinden üretilen dezenformasyonların kaynağı gerçek ve siyasi aktörler. İlk örnekte, Diyanet'in hac organizasyonu ile ilgili "ütücü" tartışmasında doğrudan başkan ve eşi üzerinden yapılan sahte haberler diğerinde ise LGS sınavı ve imam hatipler hedef alınarak soruların çalınması yalanı. Her iki örnekte de kaynakların siyasetçi ve gazeteci menşeli olmaları, yalan siyasetinin geldiği nokta açısından çok şey söylemektedir.

Peki neden, Türkiye gibi nüfusunun önemli bir bölümünün Müslüman olduğu bir ülkede dini kurumlar ve dindarlar hedef alınmaktadır Yerli İslamofobi olgusunun en fazla yaşandığı ülkelerden birisi olan Türkiye, din-devlet ilişkilerini rehabilite eden yapısal adımlar atsa da, bazı toplum kesimlerinde dinin kamusal temsillerine yönelik ciddi bir tepkisellik söz konusu. Özellikle son dönemde, imam-hatip liselerinin başarısını gölgelemeye dönük yapılan yalan haberlerde bu etkiyi görmek mümkün. Dindar yaşam tarzına sahip insanların eğitim tercihleri ve bu alanda ortaya çıkan başarıyı hedef alan bu yaklaşım, başarı olgusunu bile vesayet altına almaktadır. Bir müftünün çocuğunun tam puan almasını haberleştirerek soruların çalınmasına gönderme yapmak, bu tür bir vesayetle izah edilebilir herhalde.