Bundan yaklaşık 15 yıl önce Türkiye'nin meşhur sosyal bilimcilerinden biri, Zincirlikuyu Mezarlığı'nın girişinde yazan "Her canlı ölümü tadacaktır" mealindeki ayete atıfla, sinir bozucu olduğunu söylemişti. Oldukça işlek bir yer ve sekülerleşme dinamiklerinin alabildiğine yoğun biçimde hissedildiği bir dönem ve mekanda, insanların ölümü hatırlaması hiç de istenen bir şey değil. Halbuki ölümün sıklıkla hatırlanması ve inanan insanlar için dünya hayatının bir hazırlık evresi olduğu vaazı, sadece İslam değil bütün dinlerin ortak vurgularından biridir. Ertelenmesi ya da takdimi mümkün olmayan ve sadece bir kez deneyimlenebilecek olan ölüm, modern insan için kendisinden söz edilmemesi gereken de bir fenomen aynı zamanda. Nitekim gündelik hayatının bütün akışını dini zamana göre tanzim eden klasik insan ile Simmel'in "Metropol ve Zihinsel Yaşam"ında anlattığı mekanik saat zamanına göre yaşayan modern insan arasında bir fark var. Ahmet Haşim'in Müslüman saati ile İslam coğrafyalarına teşmil edilen bu zaman fikri, ölüm ile iç içe ve ölümü de her daim hatırlatan bir farkındalık.
Modern insanın haz ve mutluluk peşinde koşarak her şeyi bir eğlenceye dönüştürdüğü günümüzde, ölüm de bundan nasibini aldı. Ölüm, kendinize çok yakın olmayan insanların deneyimlediği bir olgu olduğunda, size uzak ve empati kurulması da mümkün olmayan bir şeye dönüştü. Ritüelleri icra edilerek hızlandırılan bir merasimin ardından olağan akışına dönen hayatlar, ölümü hissedebilecek bir zeminden de uzaktırlar. Ölümü hissetmek bir yana ölüm üzerinden oluşan duygu halleri ve ölümü metalaştıran bir kültür de hayatımızın içinde bir şekilde yer edinmiş durumda.
Bugün Gazze üzerinden gündemimizi çok yoğun biçimde etkileyen ölüm fikri, binlerce insanın katli ile bambaşka boyutlara ulaşmış durumda. Sosyal medya mecraları üzerinden filtresiz görüntülere muhatap olunması ve geleneksel medya platformlarının hemen hemen her gün ölümü konu edinen haberleri gündeme getirmesi, ölüme dair duyarsızlaşma hissini de güçlendirmektedir. Bugün ölüm, bizden uzakların gündeminde olan ve bizim de hissedemediğimiz bir fenomen adeta. Sadece uzaklık hissi değil hiç kuşkusuz bu duyguyu oluşturan, ölüm fikri ve ona atfettiğimiz anlamın da dönüşümünün bu duruma katkısı var.
ÖLÜMÜN TİCARİLEŞMESİ
Peki ölüm nasıl ticarileşir, nasıl bir piyasa malzemesi haline gelir ve market değeri kazanır Hiç kuşkusuz duyulduğunda garipsenecek bir durum olan ölümün metalaştırılması konusu, bugün çıplak ve tüyler ürpertici bir gerçeklikle karşımızda duruyor. Bosna Savaşı sırasında, başta İtalyanlar olmak üzere birçok Batılı grubun Bosna'ya geldiği ve Sırp unsurlarla para karşılığı anlaşarak sivilleri öldürdükleri iddia ediliyor. İddiaya göre, maddi durumu oldukça iyi olan ve silaha meraklı birtakım kişiler, keskin nişancılara, insanların öldürülmesi için para vermişler ve bu korkunç durumu eğlenceye dönüştürmüşlerdir.
Bir tür insan avı olarak da adlandırılan bu durum, kuşatma altında bir alana sıkıştırılan insanların nasıl bir "av"a dönüştürüldüğünü göstermesi açısından ibret verici. Keskin nişancı turizmi (sniper tourism) olarak adlandırılan bu durum, modern insanın ne kadar da vahşi olduğunu gösteriyordu. Robert Bernasconi, Irk fikrinin Batılı entelektüel düzlemde nasıl inşa edildiği ve bu fikrin sömürgecilikle ne ölçüde iç içe geçtiğini çok iyi anlatmıştı. Üstünlükçü anlayışla sömürgecilik aksiyonlarını meşrulaştıran Batı, kendisinin dışındaki her şeyi, üzerinde tasarruf edilebilen bir şey olarak gördü ve nihayet 20. yüzyılın son yıllarında bütün dünyanın gözü önünde hem de askeri gözetim altında masum insanların ölümünü ticari bir eğlenceye çevirdi.

4