10 Kasım'ı Yaşayanlar

Yüce Atatürk'ü kaybetmenin acısı hiç dinmiyor, yıllar geçse de aynı özlemle, aynı hüzünle 10 Kasımları yaşıyoruz. Aileden birini kaybetmenin hüznü ile aynı... Anneyi, babayı kaybetmekten farksız Atatürk'ün kaybı... Minnet, sevgi, hüzün, özlem iç içe geçiyor 10 Kasımlarda... Dokuzu beş geçe bir çığlık gibi sirenler çalınca tutamıyorsun göz yaşlarını... İşte bu, bitmek bilmeyen bir sevginin çığlığı...

*11 Kasım 1938 Ulus

Seneler önce... 2018'in soğuk bir kasım günü elim gitmişti telefona. Ruhi Kafesçioğlu'nu arayacaktım. İTÜ Mimarlık Fakültesi'nde 40 yıl boyunca öğrenci yetiştirmiş bir bilim insanıydı o. Farklı konularda defalarca bilgisine başvurmuştum. İşte o gün yine gitmişti elim telefona, aramıştım. 99 yaşındaydı, Atatürk'e yürekten bağlı bir delikanlı... "Bakmayın yaşıma, kulaklar ağır işitse de gözlerim az görse de ben hâlâ Atatürk'ün gençlerinden biriyim" demişti.

Sormuştum 10 Kasım 1938 gününü, buruk bir ifadeyle anlatmıştı o günü:

"Talebeydim. O zamanlar okulun adı Yüksek Mühendis Mektebi idi. Gümüşsuyu'ndaki binasındaydık. Atatürk'ün rahatsızlığı evresinde her sabah okulun pencerelerinden Dolmabahçe Sarayı'na bakardık. Sarayın muayede salonuna denk gelen kısmında çatıda bir direk ve bu direkte de bir Türk bayrağı bulunurdu. Biz de ister istemez her gün o bayrak direğine bakardık. ünkü o bayrak inerse Atatürk'ün vefat ettiği manası çıkacaktı. Ama biz ümitle O'nun iyileşeceğine inanıyorduk. İkinci derse girmiştik, az bir zaman geçtikten sonra arka sırada oturan bir arkadaşımız çığlık attı. Hemen pencerelere koştuk. Dolmabahçe Sarayı'nın çatısına bir adam çıkmış bayrağı yarıya indiriyordu. İrkildik. Atatürk'ümüzü kaybettiğimizi o an anlamıştık. Ağlıyorduk. Hocamız Ali Yar Bey dersi bırakıp hüzünle kürsü hizasındaki pencereden dışarı baktı. ok üzgün bir ifadeyle kürsüye döndü ve Atatürk'ün kıymetini vurgulayan bir konuşma yaptı. Daha çok çalışmamız gerektiğini anlatan nasihatlerde bulundu. Yaşlı gözlerini sildi, kendini toplamaya ve karatahtadaki formülü çözmeye çalıştı. Yapamadı ama. Duygularına hâkim olamadı ve birden tebeşiri yere fırlatıp yaşlı gözlerle sınıftan çıktı. Biz de arkasından takip ettik. Okulda bir radyo vardı, başına geçip Ankara'dan bildirilecek havadislere kulak kabarttık. İşte 10 Kasım 1938 günü böyle büyük bir acıya gözyaşlarıyla şahitlik ettik"

*Dolmabahçe'deki bayrağın yarıya indirilme anı, Nuri Ulusu.

*Dolmabahçe Sarayı'nda 10 Kasım 1938 günü yarıya inen bayrak.

BAYRAĞI YARIYA İNDİREN KİŞİ

1950 senesinin Kasım ayında gazeteci Cemaleddin Bildik, Fatih Kadıçeşmesi mevkii Kangal Sokağı'nda oturan Nuri Ulusu'nun evine bir ziyaret gerçekleştirir. Atatürk'ün kütüphanecisi olan bu kişi Ruhi Kafesçioğlu'nun anlattığı üzere Dolmabahçe'nin çatısına çıkarak bayrağı yarıya indiren kişidir. 10 Kasım 1950 günkü Akşam gazetesinde yayımlanan bu görüşme bir hayli hüzünlüdür. Cemaleddin Bildik, 10 Kasım 1938 gününü sorar, derin bir iç çekişin ardından Ulusu yanındaki eşine "zahmet olacak mukaddes bohçayı getiriver" cümlesini kurar. Eşi bohçayı getirirken Ulusu "ölümünde yanında idim" diyerek hüzünle gözlüklerini çıkarır, akan yaşlarını siler. Bohça getirilir, açılır ve bir mendili eline alarak Ulusu anlatır:

"Saat dokuzu beş geçe ruhunu teslim ettikten birkaç saniye sonra Atatürk'ün ağzının kenarında tükürük kabarcıkları hasıl olmuştu. İşte onları bu mendil ile sildim."

Sonra da tanık olduğu o vefat ânını uzun uzun anlatır. "(...) Sofracı Kâmil ile berberi Mehmet ve ben doktorların arkasında duruyorduk. Atatürk ölümünden iki üç dakika evvel iki elini başının altında kavuşturmuş olduğu halde – ki öyle yatmayı çok severdi – bakışlarını sola tevcih ederek Ali Kılıç ve Hasan Rıza Beyleri dikkatle süzdü, ayak ucunda duran muhafız kıtaatı kumandanına da baktıktan sonra doktorlar üzerinde durdu. Ellerini başının altından çekerek yukarı doğru uzattı. İki üç saniye sonra kollarını cansız bir halde indirdi. Atatürk bu sırada ruhunu teslim etmişti."

Röportajı yapan Cemaleddin Bildik Nuri Ulusu için "o günün teessürünü 12 yıl geçmiş olmasına rağmen hiç eksilmemiş olarak hissediyor, yaşlı gözlerini siliyordu" diye anlatır ve ardından da bayrağı nasıl indirdiklerini sorar. Ulusu da "Dokuzu altı geçe odada kimse kalmamıştı herkes dışarı çıkmış ağlıyordu. Saray dahilindeki kurşunları tamir eden Hüseyin, sofra şefi İbrahim ve ben üçümüz dama çıkarak bayrağı yarıya kadar indirdik" diye anlatır. Seneler sonra yazdığı hatıratında "Onların bana yardımıyla bu tarihi görevi ilk defa ben yapmış oldum" diyecektir.

İZMİR'DE ATATÜRK'E AĞLAYAN BİR OCUK

Bayrak inmiş ve Türkiye yasa boğulmuştu. İzmirliler de de acı haberi almıştı. O günü yaşayanlardan birini bulmuştum yıllar sonra. 22 Ekim 2019 günü Ankara'da görüşmüş ve sormuştum 89 yaşındaki Atatürk sevdalısı bu özel insana. "O günü unutabilir miyim hiç!" demişti ve şöyle anlatmıştı:

"Atatürk'ün vefatı ettiğinde ben 8 yaşındaydım. 10 Kasım 1938 günü ailecek Aydın'ın Ortaklar Köyü'nden çıkıp İzmir'e gitmiştik. Bir tanıdığın evindeydik. Saat 11.00 gibi sokaktan bağırtılar geldi, herkes camlara çıktı. Biri 'Atatürk'ümüz ölmüş' diye bağırıyordu. Onun vefat ettiğini anlayınca evin orta katındaki bir odaya kendimi kilitledim. Hayatımda o kadar üzüldüğüm bir gün olmamıştı. Ağlamaya başladım. Pencereden aşağı baktığımda bir çöpçü elindeki süpürgesini atmış, kaldırım taşına oturup hüngür hüngür ağlıyordu. Bir balıkçı kaldırıma oturmuş dövünüyordu. Bulunduğumuz sokağın başında bir karakol vardı, polisler kapı önüne çıkmış onlar da ağlıyordu. O gün İzmir'de Atatürk öldü diye üzülmeyen, ağlamayan yoktu. İşte o 10 Kasım günü odaya kilitledim kendimi, sekiz yaşındaki bir çocuğun hüznü, matemi, vefatı kabul edememesi, ne ararsanız vardı. O kadar dil döktüler, çıkmadım, sonunda kapıyı kırdılar, Ağlamaktan gözlerim şişmişti. Bugün bile Atatürk'ümüzün vefatını kabul edemem."

İşte o günü anlatan o İzmirli çocuk 'Atatürk'ün leblebilerini alan çocuk' olarak tanınan Hanri Benazus'tu.

Aynı gün bu kez Ankara'da bir başka çocuk daha ağlıyordu, Altan'dı adı ve şöyle anlatmıştı;

"Ölüm 10 Kasım 1938 sabahı 9'u 5 geçe olduğu için o sabahki gazetede yoktu. Haber, biz okuldayken bir teneffüs zamanında birdenbire geldi. Bir anda yayıldı ve herkes ağlamaya başladı. Öğretmenler görevliler ve biz çocuklar birbirimize baka baka uzun uzun ağladık. Bir süre sonra eve gönderdiler. Evde de durum aynıydı. Anneannemin, annemin gözleri kan çanağı gibiydi. Babam işindeydi, radyoda matem müziği çalıyordu. Sonra eve Ulus'un ikinci baskısı geldi. İlk sayfası bugün bile gözümün önündedir. Atatürk'ün büyük portresi ve o günlerin resmi tebliği."