Yeni ekonomik düzen ve insanlığın sosyal dönüşümü

Küresel sistem, Amerika–Çin rekabetiyle başlayan ekonomik çok kutupluluk sürecine girmektedir. Bu yeni dönemde ticaretin, teknolojinin ve üretimin coğrafi merkezleri çeşitlenmekte; sermaye akışları ve güç odakları yeniden şekillenmektedir. Ancak bu dönüşüm, sadece ekonomiyle sınırlı kalmayacak; insanların sosyal yaşam biçimlerini, iş yapma kültürünü, iletişim tarzlarını ve dünya görüşlerini de yeniden tanımlayacaktır.

Amerika ve Çin arasındaki rekabet, artık yalnızca iki büyük ekonomi arasındaki bir güç savaşı değil; 21. yüzyılın küresel düzeninin nasıl şekilleneceğini belirleyen temel faktördür. Bu mücadele, dünya ticaretini daha karmaşık, kırılgan fakat aynı zamanda yenilikçi bir yapıya dönüştürmektedir. Ulus devletler, bu yeni dönemde yalnızca ekonomik değil, stratejik özerklik kazanma çabasıyla hareket edecektir.

Bu düzenin en belirgin özelliği, teknolojik üretimin merkezîleşmesi ve emeğin dijitalleşmesi olacaktır.

Uzaktan ve yapay zekâ destekli çalışma modelleri, ulusal sınırların önemini azaltarak "küresel iş gücü piyasası" yaratırken bu durum bir yandan yüksek beceri gerektiren mesleklerde fırsatlar sunarken diğer taraftan düşük vasıflı çalışanlar için gelir eşitsizliğini derinleştirebilecektir.

Giderek artan otomatizasyon, fiziksel emeğin değerini azaltırken, yaratıcı ve stratejik düşünme becerilerini ön plana çıkarmakta sosyolojik olarak "iş" kavramını bir kimlik unsuru olmaktan çıkarıp esnek ve geçici bir etkinlik haline sokmaktadır.

Ekonomik güç kaymasının kültürel sonucu Çin, Hindistan, Güneydoğu Asya ve Afrika gibi bölgelerin ekonomik etkinliğinin artması, kültürel etkilerin de doğudan batıya doğru kaymasına neden olmuş; moda, sinema, medya ve dijital platformlarda Asya merkezli içeriklerin yükselişi (örneğin K-pop, Çin teknolojik markaları, Hintli dijital start-up'lar) kültürel çok merkezlilik yaratmıştır.

Dolayısı ile "Batı yaşam tarzı"nın tek geçerli model olduğu dönem sona ermekte; çok kültürlü bir norm sistemi oluşmaya başlamıştır.

Bu durum, kimliklerin daha akışkan hâle gelmesine; ancak aynı zamanda kültürel çatışmaların (örneğin dijital sansür, ifade özgürlüğü, değerler farklılığı) artması demek olacaktır.

Bu yeni dünya düzeninde refahın, teknolojiye erişimle doğru orantılı olması ile dijital araçlara, eğitime ve bilgiye erişimi olan kesimler "küresel orta sınıf" haline gelirken, erişimi olmayanlar ekonomik sistemin dışına itilecektir.

Klasik "zengin–yoksul" ayrımı ile yeni bir sınıf farkı: veriye sahip olanlar ve veri üreten ama kontrol edemeyenler.

Bu yeni sosyal yapı, "bilgi aristokrasisi" olarak da adlandırılabilecek bir elit kesimin oluşmasına yol açabilir.