Gazze'de Yaşananlar, İslam Dünyasının Ahlaki Sorumluluk Testidir

21. yüzyılın en büyük insanlık dramlarından biri, dünyanın gözleri önünde Gazze'de yaşanmakta ve ne yazık ki İslam dünyası bu trajediye karşı yeterli bir direniş gösterememektedir.

Soykırım boyutlarına ulaşan saldırılar karşısında Müslüman devletlerin pasifliği, sadece siyasi ya da askeri bir zafiyet değil, aynı zamanda ahlaki, medenî ve İmani bir çöküştür.

Yaşanan bu büyük mezalim, tahammülü hatta tasavvuru dahi mümkün olmayan bir safhada.

Ağır bombardıman, toplu yıkım ve soykırımla beraber Gazze'de su, yiyecek ve ilaç başta olmak üzere temel hayati ihtiyaçlar konusunda yaşanan korkunç mahrumiyet an itibariyle son hadde varmış durumda.

Tüm medeni Dünya'nın gözü önünde Bebeğinden ihtiyarına, yaralısından hastasına topyekûn bir açlık ve soykırım söz konusu.

İnsani, siyasi ve medeni bir Kaos söz konusu.

Dünya tarihinin en şerefli ve en onurlu mücadelelerinden biri karşısında yine Dünya tarihinin en Kabil'i ve Dehhak'i soykırımı yapılmaktadır.

İslam dünyası bu onursuzca duruşu, bu ölüm sessizliğini tarih karşısında nasıl açıklayacak bilemiyoruz.

İslam ümmeti, tarih boyunca birlik içinde olduğu zamanlarda adaleti ve merhameti temsil etmiş, zayıfın yanında durmuştur. Ancak günümüzde Müslüman ülkeler, ulus-devlet çıkarları, mezhepsel farklılıklar ve dışa bağımlı siyasetlerle bölünmüştür.

Kur'an, Müslümanların birliğini şöyle emreder:

"Hep birlikte Allah'ın ipine sımsıkı sarılın, bölünüp parçalanmayın." (Ali İmran, 3/103)

Bu ayete rağmen, Müslümanlar arasında ortak bir siyasi irade oluşturulamamış; Gazze gibi meseleler "başkalarının sorunuymuş gibi görülmektedir.

Yine Pek çok Müslüman ülke, Batı sistemine entegre olmuş, kapitalist düzenin çıkarlarını koruma refleksiyle hareket etmektedir. Gazze'ye yardım etmenin Batı ile ilişkileri bozacağı, ambargo veya ekonomik yaptırımlara neden olacağı korkusu hâkimdir.

Bu durum, Hz. Ömer'in şu sözünü hatırlatır:

"Biz izzeti İslam'da arayan bir toplumuz; onu başka yerde ararsak Allah bizi zelil eder."

Müslüman yöneticiler, izzeti İslam'da değil; Amerika, Avrupa ve diplomatik itibarlarında aramaktadır.

Şii-Sünni ayrımı, Arap-Türk-Fars gerilimleri, ortak düşmana karşı dahi iş birliğini engellemektedir. Oysa Peygamber Efendimiz (sav), Veda Hutbesinde:

"Arap'ın Acem'e, Acem'in Arap'a üstünlüğü yoktur. Üstünlük ancak takvadadır." diyerek ümmet bilincini etnisite ve mezhep ötesinde inşa etmiştir. Bu ilkeye rağmen, bugün siyasi mezhepçilik Filistin davasını bile parçalamış durumda.

Halklar, özellikle Türkiye, Endonezya, Pakistan, Mısır gibi ülkelerde Filistin için büyük destek gösterse de otoriter yönetimler bu halk iradesini politik bir güce dönüştürmemektedir. Gazze için milyonlar sokağa dökülse bile, karar vericiler bu iradeye kulak vermemektedir.

Selahaddin yüzlerce yıl önce mezhepsel farkları aşarak hem Sünni hem Şii Müslümanları Kudüs'ün fethi etrafında toplamış, Haçlılara karşı büyük bir zafer kazanmıştır. Onun şu duası bugün dahi anlamlıdır:

"Allah'ım, bu ümmeti yalnız bıraktıysan affet, ama birleşmelerine vesile olacaksan yardım et."