Yeşilçam'ın edebiyatçı aktörleri...

'80'lerin ilk yarısında Tanju Cılızoğlu'nun Edebiyat '81 dergisine film eleştirileri yazarken, Rekin Teksoy bana Hayri Caner'in "Yeşil Gözlü Melek" romanının bir adet bile satmadığını, onun yurt dışına giderken deposundaki nüshaları tanıdıklarına imzâlayıp dağıtmasına rağmen hiç kimsenin de okumadığını söylediğini anımsıyorum.

Isparta'dan '84'ün sonuna doğru dönmüştüm, oralarda sulu kar yağışıyla kış başlamışken İstanbul'da yalancı baharın yaşandığını anımsıyorum. Terhisten sonraki ilk birkaç günümü Bostancı'da geçirdim, sonra askerlikten ressam ve edebiyatçı arkadaşım Besim Dalgıç ile Gazeteciler Cemiyeti'nin Türk Ocağı Caddesi'nin başındaki lokalinde buluştuk. İkimiz de sekiz aydır yüksük kadehte "Gıravatlı" içmemiştik, masaya gelen garsona bir ufak söyleyecektik ki, kulağımıza doğru eğilip üç numarayla kesilmiş saçlarımızın cemiyetin pek saygın zevâtı arasında rahatsızlık yarattığını ve bu yüzden de bize servis açamayacaklarını söylemez mi, eşekten düşmüş karpuza dönmüştük.

Gazeteciler Cemiyeti'nin lokalinden kovulmamızdan üç dört gün sonra içinse Mustafa Irgat ve Mürşit Sertal ile Balık Pazarı'ndaki Cumhuriyet'te toplanmaya karar vermiştik. Ben orayı pek sevmezdim ama yapacak bir şey de yoktu, çünkü Mustafa Irgat'ın ikinci adresi gibiydi Cumhuriyet. Ancak üst kata çıkarken bir tedirginlik yaşamadım dersem de yalan olur, çünkü bundan çeyrek asır öncesinde üç numaraya vurulmuş kafalara en hafifinden kafes firârisi, dumancı, bulaşık veya kaldırımcı gözüyle bakılırdı, bu yüzden "Zaza" marka traş makinelerinden çıkmış eserler isim yapmış mekânlara alınmazlardı. Allahtan Balık Pazarı'nın esnâfı yüz yıldan fazladır her cinsten mahlûkata alışkındı, ayrıca tornistanlara, saplı sultanlara, ters motorlara, tam dizellere, kırıklara ve sabunculara yaşam sahası olan Beyoğlu'nda şekilsiz kesim gibi abidik gubidik şeylere pek kafa takılmıyordu.

Cahit Irgat'ın oğlu olan Mustafa, şâirdi, ressamdı ve sinema yazarıydı, ancak aslan sütünü şiirin, resimin ve sinemanın önüne alması hepimizi çok üzüyordu. Mine Kırıkkanat'ın ilk eşi Kozan Asova da Mustafa gibiydi, onu da çok severdim, dünyanın en zarif insanlarından biri olmasına rağmen rakı şişesinde kaybolmuştu.

Cahit Irgat babamın ahbâbındandı, kendisini '70'in ilkbaharında bir defa Beyoğlu'nda görmüştüm, ben Yeni Melek'te gösterime giren bir filme gidecektim, babamsa sinemadan çıkışıma kadar arkadaşlarıyla demlenecekti. Seansa daha iki saat kadar vardı, hem buluşacağımız yeri görmek için hem de merâkımdan babamın peşine takılmıştım. İmam Adnan Sokağı veya Mis Sokak olmalıydı, aradan elli beş yıl geçtiğinden şimdi tam çıkaramıyorum, sokağın altmış metre kadar içinde sağda, sokak hizasından yedi sekiz basamak aşağıda karanlık ve kasvetli bir yere indik, gün ışığını almadığı yetmezmiş gibi bir de mekânın duvarlarını en koyu tonundan boncuk mavisine boyamışlardı, oradaki rutubet kokusunun ise bunca yıla rağmen ara sıra burnuma geldiği oluyor. İçeride dört masa vardı, meyhâneyi de Cahit Irgat'ın işletiyordu. Suha Doğan, Ayhan Kırdar ve Orhan Murat Arıburnu bizden önce gelmişlerdi. Belki bilmiyorsunuzdur, Orhan Murat Arıburnu'nun ağzına içkinin katresini sürmeyenlerden olduğunu size hurde teferruâttan burada belirteyim, sadece edebiyat sohbetleri için Cahit Irgat'ın meclisine takılıyormuş.

Yeşilçam filmlerinin iki büyük aktörüyle aynı masada oturmak on üç yaşındaki bir çocuğun unutacağı şey değildir, bir ara biletimi yakmak bile aklımdan geçmişti. Babam içinse onlar aktörden çok edebiyatçıydılar, Uğur Apartmanı'ndaki dairemizin salonundaki kitaplıkların birinde, soldaki siyaha boyalı demir kitaplığın üstten aşağıya doğru dördüncü rafında sağ baştaydılar, Cahit Irgat'ın kitaplarını her gün görüyordum, "Bu Şehrin Çocukları" isimli şiir kitabının kapağı hâlâ gözlerimin önünde, "Rüzgârlarım Konuşuyor" ve "Ortalık" ise az sayfalı küçük kitaplardı, ancak lise ikiye kadar kadar Cahit Irgat'tan hiç şiir okumadım, sadece onun '47'de çıkan "Geri Dönemezsin" isimli romanını '71 yazında okuduğumu anımsıyorum. Bunun nedeniyse o yıl Milliyet gazetesinde yayınlanan "İnsan Kafesi" isimli tefrika romanının beni çok etkilemesiydi. Maalesef "İnsan Kafesi" kitaplaşamadı, iki yıl kadar önce bu tefrikayı Ötüken Neşriyât'a önerdim, onlar da tamam demişlerdi, hatta Oğuzhan Murat Öztürk tefrika üzerinde epeyce de çalıştı, ancak Cahit Irgat'ın tiyatrocu kızı Zeynep'ten ses çıkmayınca bu defa da kendisini yakından tanıyan Naci Çelik Berksoy'a ve Rahim Asar'a Zeynep'i arattırdım, tefrikanın kitaplaşmasına nedense yanaşmadı. Cahit Irgat'ın "Geri Dönemezsin" romanı için de Selim İleri'nin benzer şeyleri yaşadığını duymuştum, vaktiyle Halide Edip'in önerisiyle Remzi Kitabevi'nin bastığı "Geri Dönemezsin", Selim İleri'nin yalvarmalarına rağmen ikinci baskısı her kapıdan geri çevrilmiş. Orhan Murat Arıburnu'nun "Kovan" isimli şiir kitabı bizde var mıydı, bir türlü anımsayamıyorum, ancak üstâdın "Buruk Dünya" isimli şiir kitabını '85'de Adam Yayınları'ndan çıkar çıkmaz almıştım.

Yeşilçam'ın edebiyatçı aktörlerinden Fikret Hakan'ın benden beş altı yaş küçük kızı Zeynep Elif de arkadaşımdı, yıllardır kendisini görmüyorum, oysa aynı kurumda avukatlık yapmıştık. Fikret Hakan'ın Bumin Gaffar Güney ismiyle '53'de yayınladığı "Tellâk Ali" isimli hikâye kitabını '75'de Sahhaflar Çarşısı'ndan alıp okumuştum, onun "Hamalın Uşakları" isimli hikâye kitabınıysa pek sevmiştim. Bir gün sahhafta Fikret Hakan'ın fotoğrafını bulmuştum, muhtemelen Ses dergisinin arşivinden çıkmıştı, aktörün kucağında da kundaklanmış bir bebek vardı. Fotoğrafı Zeynep Elif'e götürdüm, al işte sana bebekliğin dedim; baktı, babasının kucağındaki bebeğin kendisi olmadığını söyledi, oysa aynı fotoğrafı Kızılcahamam'dayken Ses dergisinde gördüğümden emîndim, ikinci sayfadaydı, fotoğrafı babasına göstermesini ve kundaklanmış bebeğin Zeynep Elif olup olmadığını fotoğrafa yazdırıp imzâlatmasını istedim. Bir sonraki hafta fotoğraf bana geldi, Fikret Hakan fotoğraftaki bebeğin kızı Zeynep Elif olduğunu ince uçlu keçeli kalemle yazıp imzâlamıştı.

Acaba Hayri Caner'in kendi imkânlarıyla bastırdığı "Yeşil Gözlü Melek" isimli romanını kaç kişi okudu, pek merâk ediyorum. Hayri Caner'i en son Ahmet Zeki Pamuk ile birlikte Beyoğlu'nda Azmi'nin kahvehânesinde görmüştük, ayakta duramayacak kadar sarhoştu, aslında yaşamlarımızdan geçen bir tutunamayan da oydu. Romanını Fenerbahçe Lisesi'nde öğrenciyken, '73'de veya '74'de, Erman Şener'den satın almıştım. Erman Şener'in kitapçı dükkânı Kadıköyü Adliyesi'nin karşı sırasında, Çömce'nin yanındaydı. '80'lerin ilk yarısında Tanju Cılızoğlu'nun Edebiyat '81 dergisine film eleştirileri yazarken, Rekin Teksoy bana Hayri Caner'in "Yeşil Gözlü Melek" romanının bir adet bile satmadığını, onun yurt dışına giderken deposundaki nüshaları tanıdıklarına imzâlayıp dağıtmasına rağmen hiç kimsenin de okumadığını söylediğini anımsıyorum. Sesimi çıkarmadım ama Rekin ağabey yanılıyordu, biraz fazlaca da para sayıp aldığımdan romanın en azından bir adet sattığı kesindi, helâl ü hoş olsun, "Yeşil Gözlü Melek" muhtemelen Erman Şener'in dükkânına konsiye olarak girmişti.

Benim en fazla merâk ettiğim aktörlerden biri Ercüment Behzat Lav'dı, onu bir kısmını televizyonda seyrettiğim "Ankara Postası", "Bir Millet Uyanıyor", "Karım Beni Aldatırsa" ve "İstanbul'un Fethi" filmlerinden önce, "S.O.S", "Kaos", "Açıl Kilidim Açıl" ve "Mau Mau" isimli kitaplarından tanıyordum, çünkü hepsi evdeki kitaplığımızda vardı. Bende "Mau Mau" kitabının yeri ayrıdır. Anlatayım. '71'den önce Suâdiye'deki Uğur Apartmanı'nın bahçe katı dairesinde, her gün düzenli olarak kraft paket kağıdını ikiye katlayıp, yeşil mürekkepli dolma kalemimle doldurduğum dört sayfalık bir gazete çıkarıyordum, gazete diyorum da, bütünüyle kendimi aradığım bir meşgal-i dehr-i bî-direngdi benimki. İlk sayfanın başına mutlaka kedi desenleri çiziyor, altına da dünya edebiyatından bir kısa hikâye ve Türk şâirlerinden şiirler ekliyordum. Üçüncü sayfanın yarısına çini mürekkeple siyahlı yeşilli çizgi roman, Sezgin Burak'ın Tarkan'ından esinlenme bir kahraman yaratmıştım, yarısına da gösterimdeki filmlerin tanıtımlarını yapardım, son sayfadaysa hep Fenerbahçe ağırlıklı spor olurdu. Çocukluk işte, gazetemde Ercüment Behzat Lav'ın "Mau Mau" kitabında ne kadar şiir varsa, hepsini kullandığımı anımsıyorum. Bana onun şiirleri tuhaf ama büyüleyici geliyordu, gazetemin bir diğer favori şâiri de Arif Damar'dı, hemen her gün az ilerimizdeki Yeryüzü Kitabevi'nde Arif ağabeyi görüyordum, çünkü gazetemin kraft paket kâğıtları ondandı.