Unutmam mümkün değil, elbette 22 Haziran 1986 gününde oynanan çeyrek final maçından bahsedeceğim. İstanbul neredeyse iki aydır yaz sıcaklarıyla kavruluyordu, buna rağmen Dünya Kupası maçlarını Mühürdar'daki salaş Mavi'nin kapalı kısmında seyrediyorduk, çünkü garsonlar televizyonun tam karşısındaki masayı her gün bize ayırıyordu. Masadaki muhibbân kimler miydi Sayayım. Feyha Karslı, Ahmet Zeki Pamuk, Gökhan Tuncay, Cengiz Güngör ve Hilal Karakaş. Aa, az kalsın küçük Zeynep'i unutuyordum, henüz iki yaşını doldurmamıştı ama mahfilimizin noktasıydı.
Arjantin maça Pumpido, Brown, Cuciuffo, Ruggeri, Batista, Burruchaga, Maradona, Enrique, Giusti, Olarticoechea ve Valdano on biriyle çıktmıştı, İngiltere'nin de Shilton, Stevens, Sansom, Butcher, Fenwick, Hoddie, Reid, Steven, Hodge, Lineker ve Beardsley olarak sahaya dizildiğini anımsıyorum. Estadio Azteca'daki dev maçın orta hakemi Ali bin Nasser'di, elindeki topa ise "Adidas Azteca" deniyordu, sentetikti, elle dikilen üç farklı tabaka poliüretanla kaplanmıştı, bu da topa su geçirmezlik ve kolayca patlamazlık sağlıyordu. Vaktiyle frikik atışlarında epeyce top patlattığımdan, kolayca patlamayan topların değerini biliyordum, bu yüzden Maradona'nın bile patlatamadığı "Adidas Azteca" topları benim için epeydir bir roman kadar önem kazanmıştı.
Maçın ilk yarısı golsüz kapanmıştı, epeyce de sıkıcıydı, bu yüzden "Gıravatlı" şişesi ilk yarı bitmeden boşaldı. Adalet Ağaoğlu'nun "Bir Düğün Gecesi" romanı "İntihar etmeyeceksek içelim bari!" diye başlar ya, biz de "Futbol seyredemeyeceksek İhap Hulusi ve Fazıl Ahmet Aykaç ile sohbet edelim bari!" diyorduk sanki. Ama, ikinci yarı çok farklı başlamıştı, elli birinci dakikada 1.65'lik Maradona karşısındaki 1.83'lük Shilton'ı "Tanrı'nın Eli" ile aşınca, bizim masanın şamatası da değişiverdi. Elli beşinci dakikaya gelindiğindeyse Gabriel Garcia Marquez'in "Yüz Yıllık Yalnızlık" romanı kadar büyülü gerçekçi bir dakika yaşandı, Maradona topu İngiltere kalesine altmış metre kadar mesâfede aldı, 16 numaralı Reid'in ve 20 numaralı Beardsley'in arasındaydı, ikisine de çalımı bastı, topu epeyce sürdü, önüne çıkan 6 numaralı Butcher'ın belini kırdı, sonra 14 numaralı Fenwick'e bir çalım attı, bir çalım da kaleci Shilton'a, artık kale boşalmıştı, topa sert vurdu, kaleye doğru 2 numaralı Stevens koştu ama topa yetişmesi mümkün değildi. Benim için asrın golüydü, bücür Falkland'ın intikamını İngilizlerden feci almıştı. Maradona'nın bu golünü bir romanın hazzına benzetin derseniz de, size Henri Chariere'nin "Kelebek" romanını yazarım.
Golleri romanlara benzetme fikri hoş bir oyun olabilirdi, bu yüzden dostlarıma gelmiş geçmiş en iyi golü ve onun kendilerine hangi romanı okumanın hazzını yaşattığını sordum. Erdinç Akkuş, Metin Celal ve Ali Aktan benim gibi Maradona'nın golünü yazdılar. Erdinç ağabeyimiz bu golü Gabriel Garcia Marquez'in "Yüz Yıllık Yalnızlık" romanına benzetiyordu, Metin Celal'in aklına da ezilenin güçlüye karşı başkaldırısı geldiğinden Yaşar Kemal'in "İnce Memed" romanı dedi. Ali Aktan'ın ise futbolu sevmesinde Eduardo Galeano'nun "Gölgede ve Güneşte Futbol" kitabının rolü çok büyüktü,bu yüzden tereddüt etmeden Galeano'nun kitabını taçlandırdı.
Yaşar Kemal'in "İnce Memed" romanı Selçuk Altun'un yanıtlarında da çıktı, ancak üstâdımız bu romanı Roberto Carlos'un '97'deki Dünya Kupası'nda Fransa'ya otuz beş metreden attığı frikik golüne yazdı. Roberto Carlos o kadar sert vurmuştu ki, topun havadaki sürtünmesini ve yer çekiminden etkilenmesini devre dışında bırakmıştı, sallamıyorum, bu Ecole Polytechnique'de yapılan deneyler sonucunda konuşan Christophe Clanet'nin bilimsel açıklamasıdır, oysa uzun yıllar boyunca topun helezonik gidişinin fizik kurallarını alt üst ettiğinin söylenip durduğunu sizler de anımsayacaksınızdır.
Tunç Şanad bana başka bir Roberto Carlos golünü verdi, maçı gayet iyi biliyorum, televizyondan naklen yayınını veya geniş özetini seyretmiştim, 21 Şubat 1998 günü Estadio Heliodoro Rodriguez'de oynanmıştı ve mavi beyazlı Tenerife takımı mor beyazlı Real Madrid'i 4-3 yenmişti, fakat Real Madrid forması giyen Roberto Carlos'un soldan sıfıra inip korner bayrağına yakın bir mesâfeden topu ağlara göndermesi unutulacak şey değildir. Tunç için bu gol eski pilot Richard Bach'ın ilk defa Macmillan Company'nin '70'de bastığı "Martı Jonathan Livingston" romanı kadar değerliymiş. Bir ara bende bu ilk baskıdan bir nüsha vardı, belki de hâlâ duruyordur, Amerika'da ilk baskı hiç satmadığını, şirkete zarar yazıldığını okumuştum, ama ne olduysa iki yıl kadar sonra kapış kapış gitmişti. Hiç satmayan ilk baskının imzalı ve ithaflı olanları bugün müzayedelerde iki bin beş yüz dolardan fazla ettiğini de buraya not düşeyim. Ben fabl tarzındaki bu romanı '73'de Yankı Yayınları'ndan Üner Eyüboğlu'nun çevirisinden okumuştum, kitabı da Fenerbahçe Lisesi'nin yanındaki Nobel Kitabevi'nden almıştım.
Fatin Hazinedar yanıtıyla beni '88'deki Avrupa Futbol Şampiyonası'na uçuruverdi, finalde Sovyetler Birliği'nin rakibi Hollanda'ydı. Hollanda rakibini otuz ikinci dakikada Gullit'in ve elli dördüncü dakikada Marco van Basten'in golleriyle 2-0 devirerek kupayı kaldırmıştı. Fatin maçta Marco van Basten'in attığı golü söylüyor, bu golde onun Margaret Mitchell'in "Rüzgâr Gibi Geçti" romanını okumak kadar keyiflenmesiyse bana çok ilginç geldi, bir karşılaşmamızda nedenini soracağım, merâk ediyorum.
Oğuzhan Murat Öztürk için Sergio Agüero'nun golü farklıydı. Manchester City, Premier Lig'de 2011-2012 sezonunun şampiyonluk kupasını kaldırmak istiyordu, bunun için de Queens Park Rangers'ı yenmesi şarttı. Uzatma dakikalarında ve son düdükten sadece yüz saniye önce sahneye 16 numaralı Sergio Agüero çıkmış ve tabelayı 3-2 yapmıştı, Premier Lig'in gelmiş geçmiş en dramatik ve en inanılmaz sonucuydu. Mancher City '67-'68 sezonundan sonraki ilk lig şampiyonluğunu Agüero ile kazanmıştı. Oğuzhan için bu golün Nihal Atsız'ın "Bozkurtların Ölümü" romanını çağrıştıran bir hikâyesi vardır, çünkü Agüro'nın attığı gol Premier Lig'in geleceğini, Kür Şad'ın ve kırk çerinin ruhlarının Tanrı Dağı'na ulaşması da Türklerin geleceğini değiştirmiştir.
Besim Dalgıç bizi 30 Temmuz 1966 gününe, Wembley'deki Dünya Kupası'nın İngiltere-Batı Almanya finaline götürüyor. Maçın normal süresi 2-2 bitiyor, 101'inci dakikada ise İngilizlerin 10 numarası Geoff Hurst'un şutu önce üst direğe, sonra da çizgiye çarpıyor. Top çizgide havalanmışken Batı Almanya takımının 10 numarası Held yetişip topu kornere gönderiyor. Topun çizgiyi geçmediği kesindir, ancak sahadaki futbolcuların, orta hakem Gottfried Dienst'in ve doksan sekiz bin seyircinin şaşkın bakışları arasında yan hakem Tevfik Behramov orta sahaya koşarak golü veriyor. Dünya Kupası maçlarında bir maçta üç gol atmayı başaran Hurst'ün on sekizinci dakikada attığı gol de biraz tuhaftır, bu nedenle ikisinin birlikte futbol tarihi üzerindeki etkisi Besim'e Kafka'nın "Dönüşüm" romanını çağrıştırıyormuş. Merâklıları için '66'daki Dünya Kupası'nı Abidin Dino'nun ve Ross Devenish'in "Gol!" ismiyle filme aldıklarını ve bu filmin İstanbul sinemalarında gösterime girdiğini de belirteyim. Ben galiba yedi sekiz yıl sonra Sinematek'te seyretmiştim.

5