Büyüyenay Yayınları'nın Sermet Muhtar'dan sonra Adnan Giz'in külliyâtına başladığını duyduğumda nasıl sevindiğimi anlatamam. Basıma 'Türk Basınında İlân', 'Esâfil-i Şark' ve 'Belgelerle Sanayi Tarihimiz' kitaplarıyla başlanmış, yayıma da Mustafa Kirenci ve Ali Giz hazırlamış. Unutturulmaya bırakılan isimleri yeniden gündeme getiren Büyüyenay gibi kadirşinâs yayınevlerine hayrânım. Başta Kirenci olmak üzere, Büyüyenay'ın yayıncılık anlayışına katkıda bulunan bütün arkadaşlara şükrâniyetimi sunarım.
'70'lerde Adnan Giz'i ara sıra Kadıköyü'nde görürdüm, ismini ise Varlık, Hayat ve Hayat Tarih dergilerinden biliyordum. Akşam ve Cumhuriyet gazetelerinde de yazılarının çıktığı söylenirdi ama yazılarını ben anımsamıyordum. Vefâtından kısa bir süre önceyse, sanırım '88'de, İletişim Yayınları'ndan 'Bir Zamanlar Kadıköy' isimli harika kitabı çıkmıştı, sadece semt-i dildârımın ismini Kadıköyü yerine Kadıköy şeklinde telaffuz ettiğinden itirâz etmiştim.
Büyüyenay Adnan Giz'in külliyâtına 'Türk Basınında İlân', 'Esâfil-i Şark' ve 'Belgelerle Sanayi Tarihimiz' kitaplarıyla başladı, üçünü de yayına Ali Giz ve Mustafa Kirenci hazırlamış. İlk kitap 'Türk Basınında İlân' olmasına rağmen ben yazıma 'Esâfil-i Şark' ile başlayacağım. Bunun nedeni Esâfil-i Şark'ın şamata için devrin en önemli kültür insanlarının kurduğu bir mahfil olmasıdır. Bu mahfilden 'Edebiyatın Kadıköyü' kitabımın birkaç bölümünde bahsettiğimi mutlaka bilenleriniz vardır, mahfilin roman gibi okunan tarihiyse Adnan Giz'den. Esâfil'i Şark, Bâyezîd-Şehzâdebaşı-Lâleli üçgeninde doğup yaşamıştır, muhibbânın buluşma mekânıysa Ferah Tiyatrosu'nun karşı sırasındaki Halk Kıraathânesi'dir.
Mahfilden çok isim var, ancak asıl kurucu isimlerin Emin Âli ve Nazmi Acar olduğu muhakkaktır. Nazmi Acar muhteşem işsizlerdendir, yaşamında bir iki saatliğine bile olsa ekmek parasını düşünmediği dilden dile nakledilmiştir, bir de Hayalet Oğuz'un öncüsüdür, örneğin '27 yılında Ercüment Behzat'ın köşkünde yiyip içmiş, köşkün Habeş beslemesi Ayşe Zehra'yı da yoldan çıkarmıştır. Mahfilin birinci adamı Emin Âli olmasına rağmen, isim babası Nazmi Acar'dır. Bu mahfildekilerin bir özelliğiyse, medenî insanın sadece Bâyezîd-Şehzâdebaşı-Lâleli üçgeni içinde oturabileceğine inanmalarıydı. Emin Âli'nin Burmalı Cami'nin arkasındaki ahşabıysa Halk Kıraathânesi'nin uzantısı gibidir, karda kışta kim sokakta kalırsa Emin Âli'nin ahşabına sığınırmış, onlardan Yusuf Ziya, Orhan Seyfi, Faruk Nafiz, Nâzım Hikmet ve Vâ-Nû akla gelen ilk isimlerdir. Esâfil-i Şark demek, Nazmi Acar demektir, onun diline düşense yanıyordu.
Adnan Giz'in dediği gibi, adamın varlığı mizahtır. Sırf gırgır olsun diye Tayyare Apartmanları'ndaki dairesine bir taht bile koymuş, o tahta en fazla da Mükrimin Halil bir şehinşah edasıyla çıkıp otururmuş. Nazmi Acar keskin zekâsına rağmen Habeş güzeli Ayşe Zehra'nın simsiyah bir oğlan doğurabileceğini hiç düşünememiştir, doğunca da şaşırmış, hayli de bozulmuş, ancak olan olmuştur, profesör ünvanlı bir yığın adam çocuğa uzun süre lûgatlardan bir Arap ismi aramış, bir türlü bulamamışlar, sonundaysa Kuzgun isminde karar kılınmış. Karar diyorum da, zavallı Ayşe Zehra'ya soran bile olmamıştır, isim sadece Nazmi Acar ve serseri arkadaşları arasında kararlaştırılmıştır. Kitabın Emin Âli bölümleri çok ilginç, Mükrimin Halil bölümündense çok şey öğrendim. Meğerse hep bekâr yaşayan hocamız, her sene fakültenin en güzel kızlarına âşık olurmuş, fakat bu aşktan kızların haberi olmazmış. Rıfkı Melûl'ün ilm-i eyyâm-ı nâsa vakıf olduğunu biliyordum da, Adnan Giz'in yazdığı ayrıntıları bilmiyordum.
HARİKA ANEKTODLAR VARAdnan Giz'in "Esâfil-i Şark" kitabında nefis anekdotlar var, örneğin Nazmi Acar'ın Çamur Şevket'i valiye Türâbizâde Cevdet Beyefendi şeklindeki takdimi onlardan. Valiye arkadaşını Çamur Şevket olarak tanıştırması mümkün değildir, fakat serde de Nazmi Acarlık vardır, dilini tutamaz, Çamur Şevket'i Türâbizâde Şevket yapıp çıkar. Türâb, Arapça'da toprak demektir, malum ya, çamur da topraktan olur. Kitabın cenaze töreni faslındaysa, gülmekten altınıza şakırdatabilirsiniz. Ali Giz'in ve Mustafa Kirenci'nin hazırladıkları elli sayfalık Esâl-i Şark mahfilindekilerin kısa biyografileriyse çok değerli bir çalışma olmuş. 'Türk Basınında İlân' ve 'Belgelerle Sanayi Tarihimiz' artık başka bir yazıya kaldı, özellikle 'Türk Basınında İlân' baskı kalitesiyle de her münevverin kitaplığına girmelidir.
AYIN DERGİLERİBu ayın ilk dergisi Sözcükler, Cevat Çapan'ın 'Alacakaranlıktan Karanlığa' ve Turgay Fişekçi'nin 'Kimsesizdi Roni' şiirleri beni çok etkiledi. Çeviri şiirde de Viki Katsarou'dan dört şiir hayli hoş. Şeref Özsoy'un 'Kenan Evren yüzünden Bulunamayan Kitap' denemesi nefis, fakat aynı şeyi Zekeriya Şimşek'in 'Ernest Hemingway'in İzmiri' için söyleyemeyeceğim. Her şeyden önce İzmir Yangını için Ermenistan Kamu Radyosu'nu kaynaktan sayması yanlış, hele yazarın İzmir Yangını'nın Mustafa Kemal'in talimatıyla körüklendiğine ve Türk askerlerinin şehrin Hıristiyan nüfusunu katlettiğine dâir iddiaları esâs alması yok mu, beni zıvanadan çıkardı. Yazar, Gazi'nin 'Nutuk'una, Mehmet Coral'ın 'Ateşin Gelini, Gâvur İzmir'ine, Amiral Dumesnil'in raporuna ve itfaiye kayıtlarına bakmalıdır, yazısının tashihi için ayrıca kendisine General Turkom'u ve Kara Şeytan Plastiras'ı araştırmasını da öneriyorum. İkinci dergimiz Şiraze, oradan önce İsmail Alper Kumsar'ın Mahmut Yesari yazısını okudum, sonra Yakup Öztürk'ün Çetin Özkırım'ın değeri ve önemi anlaşılamamış romanı 'Düş Erimi'ne dâir yazdıklarını, esâslı bir yazı olmuş, kendisini tebrik ediyorum. Bahriye Çeri ile yapılan söyleşi hoş, ama 'Türk Romanı Nereye Gidiyor' dosyası sanki birazcık zayıf kalmış gibi. Oğuz Demiralp'i dışarda tutarak söylüyorum, roman ve romancı için yazılanlarda maalesef eski Soğuk Savaş cepheleşmesi sürüyor, peki sağdan gelen Adnan İslamoğlulları'nın romanları sağcılar tarafından niçin hiç zikredilmiyor